Soru-Cevap

Soru-Cevap Formu

OTİZM VE BİYOMEDİKAL TEDAVİ

BİYOMEDİKAL TEDAVİ Davranışsal belirtilerin bir birikimi olarak, otizm şu ana kadar bir gelişme geriliği veya hastalığı olarak sınıflandırılmaktaydı. Bu basitleştirici yaklaşım, ne otizm yelpazesindeki çocukların farklı nörolojik durumlarını, ne de otizmin diğer organ sistemlerindeki etkilerini göz önüne almaktadır. Temel nedeni ne olursa olsun, otizm metabolizmanın esas fonksiyonlarını etkilediğinden, onu bir gelişme geriliği olarak nitelendirmek bir beyin tümörünü baş ağrısı olarak değerlendirmek gibidir. Otizm, sadece arkasında yatan ve gastrointestinal, bağışıklık, detoks ve sinir sistemini etkileyen hastalık tablosunun bir belirtisidir. Buna göre, otizmin bir çoklu-organ metabolik hastalığı olarak yeniden tanımlanması, DSM-IV (1994 de son revizyonu yapılan ve mental problemleri değerlendiren standart ölçek) skalasından çıkarılıp, tıbbi ders kitaplarına koyulması ve tıp fakültelerinde rutin olarak eğitiminin verilmesi gerekmektedir. Birçok uzman otizme giriş var, çıkış yoktur derken biyomedikal tedavi uygulayanlar zamanında başlanırsa tedaviyle otizmim önemli ölçüde ve hatta tümüyle iyileşebileceğini, ya da önemli ölçüde düzelebileceğini iddia ediyorlar. Bu anlayış farkı nereden kaynaklanıyor? Maalesef -hepsi olmasa da- birçok çocuk psikiatristi ve nöroloji uzmanı otistik çocukların anne babalarına, otizmin bilinen bir nedeni olmadığını, hiçbir zaman düzelemeyeceğini söyleyip çocuklara çeşitli ilaçları vermekte ve davranış modifikasyonunun sundukları dışında bilinen başka tedavi olmadığı söylemektedirler. Tabii esas neden ortadan kaldırılmadığı için eğitimden de istenen yarar sağlanamamakta, yıllar süren çabalar anne-babaları bir taraftan maddi zarara uğratmakta diğer taraftan da yılgınlığa sürüklemekte. Son yıllarda yapılan araştırma ve uygulamalar, otizmin gizlerini hızla çözmeye başladı. Çok sayıda araştırma otistik çocuklarda beyin kan akımında azalma, sinir sistemi iltihabı (nöroenflamasyon), bağışıklık yetersizliği, oksidatif stres, mitokondri fonksiyon bozukluğu, sinir-ileticisi (nörotransmitter) bozuklukları, toksin temizleme sorunları ve bağırsak florası bozukluklarının varlığını gösterdi. Otizmi tedavi edilemeyecek bir hastalık olarak lanse eden klasik tıp ya da yeterli bilgiye sahip olmamasına rağmen uzman ünvanına sahip, ön yargılı hekimler ne kadar karşı çıksa da, ya da en hafif deyimi ile burun kıvırsa da artık otizmin bilimsel ve etkili bir tedavisi var. DAN Protokolünde (Defeat Autism Now, Otizmi Şimdi Yen!) ifadesini bu biyomedikal tedavi yöntemi son birkaç yıl içinde -henüz tam olgulaşmasa da- iyice gelişti ve olumlu sonuçlarını göstermeye başladı. Hepsi olmasa bile önemli sayıda otistik çocuk etkin bir tedavi ile önemli aşamalar kaydedebiliyor, hatta otizmden tamamen kurtulmayı başaran çocukların sayısı hiç de az değil ve günden güne artıyor. Biyomedikal tedavinin unsurları Biyomedikal tedavinin çeşitli basamakları; Doğal yiyeceklerden oluşan bir beslenme biçimi Glütensiz ve kazeinsiz diyet Vitamin, mineral ve amino asit eksikliklerinin giderilmesi Bağırsak florasının düzeltilmesi Sindirim enzimlerinin takviyesi Katkısız, doğal yiyeceklerin yenmesi Yaygın iltihabın ve serbest radikallerin azaltılması Ağır metallerin temizlenmesi Hiperbarik oksijen tedavisi (HBOT) İlaçlar Eğitim Otizmin Nedenleri Hakkında Hipotezler Otizmin ilk tanımlanmasının üzerinden 60 yıldan fazla zaman geçmesine rağmen vücudun tamamı hakkındaki etkilerine ait bilgilerimiz son on yılda kazanılmıştır. Ancak, öğrenecek daha çok şeyimiz de vardır, çünkü otizm birçok semptomları olan hastalıklardan oluşan karmaşık bir yapıdır. Bu karmaşıklık, tek bir nedeni hastalığın kökeni olarak ayrıştırmamızı zorlaştırıyor. İlk olasılık, otizmin birincil olarak nörolojik bir hastalık olduğu, diğer organ sistemlerine etkisinin ikinci planda olduğudur. Muhtemelen beynin anne karnındaki gelişimi esnasında, çeşitli beyin bölgelerindeki hücre yapılarındaki bozulma nedeniyle doğum sonrası apoptoz (gereksiz nöronların planlı ölmesi) gerçekleşmemekte ve beyin anormal büyümektedir. Bu gelişme bozukluğu, nörotransmitterleri (sinir ileticisi) ve bağırsak sistemini etkilemekte (iltihap), bağırsaklar da bağışıklık sisteminin en önemli organı olduğundan anormal sitokin üretimi, yani otoimunite, bağışıklık sisteminin kendi organlarına saldırmasına neden olmaktadır. Bağırsak iltihabı, geçirgen bağırsak sendromuna neden olmakta, kana karışan toksinler, detoks sistemini aşırı yüklemekte bu da oksidatif stres ve organ hasarı yaratmaktadır. Bütün bunlar, yani oksidatif stres ve sitokin yüksekliği kan-beyin settinde zayıflamaya neden olmakta ve toksinlerin beyne ulaşmasına neden olarak kısır döngüyü başlatmaktadır. İkinci olasılık, sorunun bağırsak sisteminde başladığı hipotezidir. Doğum sonrası baş gösteren, küçük bağırsak anomalileri nedeniyle bebek proteinleri sindirememeye başlamakta bu da kolit, reflü, kabızlık, ishale neden olmakta, katı gıdalara geçme esnasında yeniden yüklenmeye başlayan bağırsaklarda iltihaplanma oluşmaktadır. Bu iltihaplanma, mukozada mikro delikler açarak zararlı maddelerin kana karışmasına ve immün reaksiyonuna neden olmaktadır. Bunlardan opioid gibileri, direkt beyni ve immün sistemini etkileyerek kısır döngü başlamaktadır. Üçüncü senaryo ise zayıf bağışıklık sistemi olan bebeklerin aşılar gibi dış toksik maddelere maruz kalmasından dolayı detoks ve immün sisteminin bozulmasıdır. Otizmin salgın şeklinde gitgide artması bu olasılığı güçlendirmektedir. Ayrıca, çevresel kirliliğin artmasıyla immün sistemini bozan ve iltihaplanmaya yol açan astım, diyabet, mültipl skleroz, Alzheimer, Parkinson, depresyon gibi kronik hastalıkların artış göstermesi de düşündürücüdür. Otizm tablosu nasıl oluşuyor? Otizmin başta gelen nedenleri ağır metaller, antibiyotikler ve kimyasal toksik maddelerdir. Diğer nedenler arasında enfeksiyonlar (Kızamık, HHV6, CMV, Streptococcus, Clostridia, Borrelia, Candida) ve beyin kan akımında azalmaya neden olan hastalıklar gelmekte. Genetik yatkınlıkları (tek-gen polimorfizmleri) nedeni ile bu toksinler ve enfeksiyonlar ile yeterince baş edemeyen çocuklarda bir dizi birbirine bağlı mekanizmaların etkisi ile otizm tablosu oluşuyor. Bağırsak sıvılarının ve enzimlerinin azalmakta, sindirim bozulduğu için besinle alınan proteinler yeteri kadar paçalanmadan (polipeptit) kana geçiyor. Bu sindirilmemiş polipeptitler dokularda ve beyinde morfin etkisi gösteriyor. Bağırsaktaki faydalı mikrop dengesi bozuluyor bunun yerine hastalık yapan bakteri, mantar ve parazitler ürüyor. Toksinler ve hastalık yapan mikrorganizmalardan çıkan metabolitler bağırsak borusunda yaygın bir iltihaba yol açıyor. Bağırsak hücrelerini geçirgenliği artarak normalde kana geçmeyen toksinler kana geçiyor. Diğer taraftan bağırsak hücrelerininin fonksiyonu bozulduğundan taşınması taşıyıcı proteinlere bağlı vitamin, mineral ve diğer besi maddeleri yeteri kadar kana geçemiyor. Bunun sonucunda çok sayıda vitamin, mineral ve diğer besi maddesi eksikliği gelişiyor.. Yağların sindiriminin azalması yağ ve yağda eriyen vitamin ve besi maddelerinin (A,D, E, K vitaminleri, likopen) kana geçmesini azaltıyor. Bağışıklık cevabının ve enflamasyonun (iltihabın) artması, enzimatik reaksiyonların yavaşlaması, alerjik reaksiyonlar, hormonal yetersizlikler, sinir ileticileri fonksiyonlarının bozulması ve toksinlerin beyin ve diğer organlar üzerine olan direkt etkileri yaygın gelişimsel bozukluğuna yol açıyor. Otizmin sıklığı gerçekten artıyor mu? Yoksa bu artış teşhisin daha erken konulmasına mı bağlı? Otizm ayrı bir hastalık tablosu olarak ancak dokuz yüz kırklı yılların başında tarif edilmiş. Klinik belirtiler açısından çok zengin bir hastalık olmasına rağmen o zamana kadarki tıp kitaplarında esamisinin okunmaması daha önceki yıllarda çok daha az görüldüğünün en önemli işareti. Bizim gibi düşünenler otizmin müthiş bir hızla arttığını; sıtma, kuş gribi ve AİDS gibi dünyayı tehdit eden salgın bir salgın hastalık olarak kabul ediyor. Klasik nöropsikiatrların çoğu otizmi genetik kökenli bir hastalık olarak algılamak istiyorlar. Tabii ki onlar da 50-60 yıl gibi oldukça kısa zaman dilim aralığında genetik bir hastalığın sıklığının bu kadar artmaması gerektiğini bilmekteler. Ama onların birçoğu otizm sıklığının yıllar içinde artmadığını sadece tanı kriterlerinin değiştiği ya da hekimler ve aileler bu konunun üzerine çok düştüğü için otistik çocuk sayısının artmış gibi göründüğünü iddia ediyorlar. Acaba bu ne kadar doğru? Bu durumu daha iyi aydınlatmak için Mark R. Blaxill isimli bir bilim adamı 1960-2004 yılları arasında yapılan elliden fazla otizm sıklık çalışmasının meta analizini yapmış. Bu analiz otizmdeki artışta tanı kriterlerinin değişmesinin fazla bir payının olmadığını kanıtlamış Blaxill in yaptığı çok ayrıntılı incelemeye göre yetmişli yıllarda ABDde 3/10,000 in altında olan otizmin sıklığı, doksanlı yıllarda 30/100,000 in üzerine çıkmış; yani 20 yıllık zaman diliminde en az on kat artmış. Otizm spektrumu tümü ile dikkate alındığında aynı zaman diliminde 5-10/10,000 olan sıklık 50-80/10,000 e yükselmiştir. Britanya da ise seksenli yıllarda 10/10,000 in altında olan otizm sıklığı, doksanlı yıllarda 30/100,000 in üzerine çıkmış. 2002 yılında California da yapılan bir çalışmada ise otizm sıklığı 1/166 (60/10,000) olarak bulunmuş Britanya nın bazı bölgelerinde yapılan ve ünlü Lancet dergisinde 2006 yılında yayınlanan bir çalışmasında ise 1/86 (60/10,000) gibi çok daha yüksek bir oran saptanmış Ülkemizde detaylı bir toplum araştırması yok, fakat bizdeki sıklığın da 40-60/10,000 dolaylarında olduğu sanılmakta. 1987 den 1998 e kadar olan 10 yıllık zaman diliminde California da otizm nedeni ile tedavi gören çocuk sayısı 2.7 kez artmıştır. 1991 den 1997 yılları arasındaki artış ise 5.6 kattır. Bütün bu araştırmalar otizmin muazzam bir şekilde arttığını ve bu durumun temel olarak sadece genetik nedenli olmayacağını, çevresel faktörlerin otizm tablosunun oluşumunda çok daha önemli rollerinin olduğunu kuvvetle düşündürmekte. Otizm bir zehirlenme hastalığıdır diyorsunuz. Bunu biraz açar mısınız? Maalesef klasik ortodoks tıbbın muhafazakarları (Ünlü muhalif Ivan Illich in deyimiyle tıp dininin papazları!) otizmi tedavi edilemeyecek bir hastalık olarak lanse edip ailelere bu hastalığın ömür boyu süreceğini, ancak ilaç ve davranış tedavileri ile bazı belirtilerin hafifletebileceğini söylerler. Sidney M. Baker adlı bir araştırmacı 1950 lerden günümüze otizmdeki patlamadan aşağıdaki faktörleri sorumlu tutmuştur. 1. Antibiyotik kullanılmasının artması 2. Ağır metal içeren aşıların ve çoklu virus aşılarının (Kızamık-Kızamıkçık-Kabakulak-MMR gibi) kullanılmasındaki artış. 3. Ekilebilir toprakların fakirleşerek sebze ve meyvelerdeki vitamin ve mineral içeriğinin düşmesi. 4. Omega-3 tüketiminin azalması 5. Ağır metal, ilaç ve toksinlere fazla maruz kalınılması. Otizmin artması antibiyotik kullanılmaya başladıktan sonraki zamanla çakışmakta. 1950 yılında ABD de 200 ton olan antibiyotik tüketimi 1990 da 20000 tona çıkmış, yani yaklaşık 100 kat artmış. Gerçekten de 80 li yıllardan itibaren yüzlerce araştırmaya göre otizm denilince genetik alt yapısı olan, enfeksiyonlar, toksik kimyasallar, hipoksemi ve gıdalardaki protein ve peptitlerle tetiklenen ve yaygın gelişimsel bozukluğa yol açan nöroimmün bir klinik hastalık tablosu anlaşılmaya başlandı. 1988 yılında Edelson ve Cantor 56 otistik çocuğu inceleyip, 56 sında da ağır metal yükü saptadılar (4). Araştırıcıların elde ettiği sonuçlara göre bu 56 çocuğun 55 inde karaciğer detoksifikasyon (zehirden arındırma) sisteminin iyi çalışmıyordu, 53 ünde de bir ya da daha fazla ağır metal dışı toksik kimyasal madde yükü vardı. Bu toksinlerin başlıcaları böcek ilaçları, tarım ilaçları, dezenfektan gazlar, antibiyotikler, deodoranlar ve çok sayıda aromatik ve alifatik solventler. Bu kimyasal toksinlerin dışında keneler (lyme hastalığı), klostridyum bakterileri ve kandida mantarları (pamukcuk) gibi organizmaların salgıladıkları toksinler de otizm tablosunu oluşturabiliyorlar. Genetik olarak zaten yavaş çalışan biyokimyasal reaksiyonların enzimleri, dışarıdan alınan toksinlerin hasarına da uğrar. Bu enzimlerin koenzimleri (yardımcıları) olan vitaminler (C vit, B kompleks vit. vb) ve minerallerin (Çinko, selenyum, magnezyum vb) yetersizliği de zaten yavaşlamış olan biyokimyasal reaksiyonları tümüyle yavaşlatır. Böylece kısır bir döngüye girilmiş oluyor. Türkiye de gerek ben gerekse de az sayıdaki meslektaşım yüzlerce çocukta ağır metal testi yaptırdık. Ve hastaların tümüne yakın bölümünde ağır bir metal zehirlenmesi saptadık(5). Tespitlerimize göre Ülkemizde en çok kurşun zehirlenmesi görülmekte, onu cıva zehirlenmesi takip etmektedir; arsenik, kadmiyum, alüminyum ve uranyum zehirlenmeleri ise daha az görülmektedir. Maalesef bu toksinlerin bazıları devamlı soluk alıp verdiğimiz evlerimizin havasında badanasında, panjurunda, halısında, mobilyasında, elektronik eşyalarında; giysilerde, yiyeceklerde ve hatta oyuncaklarda mevcut. Bu toksinler başta çocuklar olmak üzere bütün ev halkının davranış, algılama, bilişim ve motor fonksiyonlarında değişik şiddetlerde bozukluklara neden olmakta. Yaş ne kadar küçük ve beyin ne kadar az olgun ise zarar da o oranda artmakta. İşin kötüsü bu toksinler kişinin detoksifikasyon yeteneği ile ilişkili olarak çok düşük düzeylerde bile etkili olabilmekte. Yani genetik olarak detoksifikasyon yeteneği iyi olmayan kişiler çok düşük düzeyde toksinlerden bile etkilenebilmekte. Detoksifikasyon işlevleri iyi çalışan ve yeterli doğal gıda alanlar ise toksinlerden fazla etkilenmemekteler. Ayrıca bu toksinler vücudumuzdaki diğer reaksiyonları katalizleyen enzimler gibi detoksifikasyon işlemini hızlandıran enzimlerin fonksiyonlarını da bozarak sorunu daha da ağırlaştırmaktalar. Rafine ve doğal olmayan gıdaların vitamin ve minerallerden fakir olması zaten yavaşlamış olan detoksifikasyon reaksiyonlarını daha da tembelleştirmekte. Hepimiz hemen her kaynaktan çeşitli şekillerde ve miktarlarda toksik maddeleri alıyoruz, ama ancak sağlıklı ve yeterli bir metabolizmaya sahipsek bunları temizleyebiliyoruz. İşte otizm yelpazesindeki hastalıklarda çocuklar bunu yeterince gerçekleştiremediklerinden, aldıkları toksinler vücutlarından atılamadığından, özellikle yağdan zengin dokularda birikmekte. Beyin de yağ bakımından en zengin organlar arasında. Böylece beyinde biriken toksik maddeler çeşitli düzeylerde hasarlar oluşturmakta. Söylediğiniz toksinlere her çocuk maruz kalıyor, fakat her çocukta niye otistik tablo gelişmiyor? Aynı çevresel zararlıya (ağır metal, böcek ilacı, antibiyotik, enfeksiyon vb) maruz kalmasına rağmen her çocukta otizm tablosunun görülmemesi otizme yatkınlık sağlayan tek-gen polimorfizmlerinin varlığı ile açıklanıyor. Tek-gen polimorfizminde talasemi, hemofili gibi hastalıklarda olduğu gibi bir gen eksikliği ya da yapısal bir bozukluk yok, fakat genin kalitesi bozuktur ve idare ettiği enzim tembel çalışır. İnsanlar çevresel zararlıya (ağır metal, böcek ilacı, antibiyotik, enfeksiyon vb) maruz kaldıklarında vücutlarına çalışan detoksifikasyon (zehirden kurtulma) mekanizmaları ile bunları temizlemeye çalışıyor. Detoksifikasyon mekanizmaları genetik olarak belirleniyor ve kişiden kişiye değişiyor. Bu değişkenlik gen polimorfizmlerinin sayısı ve bozukluğun derecesi ile ilişkili. Bu mekanizmalar nüfusun %65 inde oldukça etkin; geri kalan %32 sinde yavaş, %2.5 şinde ise çok az çalışır. Otizm, Alzheimer, mültipl skleroz, şizofreni, bipoler bozukluk, otistik çocuklar bu %2.5 in içindeler. Fakat çevresel toksinlerin mevcut artışı sürer ve doğal beslenmeden daha da uzaklaşılırsa %32 lik bölümde de bu hastalıklar fazla görülecektir Gen polimorfizmleri dediğiniz onbinlerce yıldan beri var olmalarına karşın neden otizm tablosuna neden olmamışlar? Ancak son elli-atmış yılda artan çevre ve gıda kirliliği nedeni ile otizmde tam anlamı ile bir patlama oldu. Eğer çevresel etkene maruz kalınmasa sağlıklı olabilecek çocuklar, polimorfizmlerin de etkisi ile otistik oluyorlar. Çevresel faktörün şiddeti ve zamanlaması da önemlidir. Eğer çevresel faktöre anne karnında maruz kalınmış ve bu faktör güçlü ise otizm kendini bebek doğduğu zaman ortaya çıkarak gösterir. Bu hastalar çok ağırdır, hepsinde başından itibaren motor, mental ve psişik gelişiminde gerilik vardır. Otizmin nedeni sadece genetik değildir. 1970 lerden beri yapılan araştırmalar, otizmdeki genetik faktörler konusunda oldukça önemli sonuçlar sunmuştur. Bunların en önemlileri tek yumurta ikizlerinde %60-90, çift yumurta ikizlerinde %10-25, kardeşlerde ise %2-4,5 oranlarında ortaya çıkma oranlarını gösteren istatistiklerdir. Bu araştırmalar genetiğin oynadığı rolü gösterse de, kromozom yapıları bire-bir aynı olan tek yumurta ikizlerindeki oranın %100 olmaması, genetiğin tek başına bir neden olabileceği olasılığını çürütmektedir. Muhtemelen otizmden birden fazla gen sorumlu olup, bunların sadece sinir sistemini etkilemediği de gösterilmiştir. Bir araştırma, otistik bireylerin ebeveyn ve birinci derece akrabalarında Tip I diyabet, hipotiroidi, romatizmal eklem hastalıkları gibi otoimmün (bağışıklık sisteminin kendi organlarına zarar vermesi) problemler olduğunu göstermektedir. (otistik %46, normal %4) Otizmli bireylerde genetik bir hastalık yerine, çevresel faktörlerin de rol oynadığı genetik bir yatkınlık olduğu söylenebilir. Son yıllarda otizm geni nin bulunmasına yönelik sayısız araştırma, risk hakkında hamilelik esnasında ebeveynleri uyarmak için önemli olabilecek iken, şu anki otistik jenerasyona muhtemelen bir fayda sağlamayacaktır. Şüphesiz genlerin belirlenmesi, bir gün bunların düzeltilmesi ve böylece hastalığın önlenmesi veya bunların yol açtığı biokimyasal problemlerin anlaşılarak uygun ilaçların geliştirilmesine de yol açabilir. Ancak, çevresel faktörlerin rolünün anlaşılması ve otistik çocukların biokimyasal yapılarının araştırılması, tedavi için daha etkin bir yol olarak görünmektedir. Bu, ayrıca hangi genin araştırmalarda hedefleneceğini de ortaya çıkartabilir. Genetik faktörlerin tam olarak anlaşılması, çevrenin genetik kodlar üzerindeki etkilerin anlaşılmasına bağlıdır. Otizm bir hastalıktır, özürlülük hali değildir Çevresel bir hastalık olarak otizm Genetik hastalıkların salgın halde artması söz konusu olamayacağı için, neden otizm vakaları gitgide artıyor sorusuna verilecek cevap önem taşımaktadır. Eğer otizmin arttığına dair rakamlar gerçek ve bu konuda açık kanıtlar mevcutsa, çevresel bazı faktörlerin bu hastalık üzerinde güçlü etkileri olduğu kesindir. Bunun başka bir açıklaması olamaz. Bu gerçek bizim otizme bakış açımızı, tedavi yaklaşımlarını ve araştırma fonlarının kullanımını değiştirmek zorundadır. Otizm, sadece bir genetik hastalık olarak görülemez. Eğer hangi çevresel faktörlerin bu yaygın hastalığı tetiklediği bulunursa, bunlar engellenebilir, hatta iyileşme fırsatları bile bulunabilir ve araştırma fonları bunların etkileri üzerine yoğunlaştırılabilir. Şu ana kadar, ender rastlanan hastalık olarak kabul edilen otizm araştırmaları için ayrılan fonlar oldukça yetersizdir. Eğer otizm gerçekten bir salgın olarak kabul edilirse, ona kuş gribi, HIV gibi diğer dünyayı tehdit eden salgın hastalıklar kadar öncelik verilmesi gereklidir. Ne yazık ki tıbbi dogmaları değiştirmek, gidilen rotanın yanlışlığına rağmen bir ağır nakliye uçağının yönünü değiştirmek kadar güç ve zaman alıcıdır. Tıp tarihi, önce reddedilen ancak on yıllarca sonra değişmez gerçek olarak geniş kabul gören birçok fikirle doludur. Özür değil, hastalık Bir çok bağımsız hekim ve araştırmacı otizmin karmaşık biokimyasal bilmecesi için her geçen gün yeni çözümler üretmektedir. Bunların bir çoğu otistik çocukların ebeveynleri, diğerleri ise ebeveynlerin acı hikayelerinden etkilenerek bu işe soyunan kimselerdir. Şu ana kadar otizm hakkında birikmiş, hepsi araştırmalara dayanan birçok metabolik anormallik açıklanmaktadır. Davranışsal belirtilerin bir birikimi olarak, otizm şu ana kadar bir gelişme geriliği veya hastalığı olarak sınıflandırılmaktaydı. Bu basitleştirici yaklaşım, ne otizm yelpazesindeki çocukların farklı nörolojik durumlarını,ne de otizmin diğer organ sistemlerindeki etkilerini göz önüne almaktadır. Temel nedeni ne olursa olsun, otizm metabolizmanın esas fonksiyonlarını etkilediğinden, onu bir gelişme geriliği olarak nitelendirmek bir beyin tümörünü baş ağrısı olarak değerlendirmek gibidir. Otizm, sadece arkasında yatan ve gastrointestinal, bağışıklık, detoks ve sinir sistemini etkileyen hastalık tablosunun bir belirtisidir. Benzer nörolojik belirtiler ortaya çıkaran ve birden fazla nedeni olan, birçok hastalıkla karşı karşıya olduğumuz muhtemeldir. Bu yüzden, otistik çocukları tedavi eden herhangi biri, her çocuğun farklı olduğunu, hem hastalık belirtilerinin hem de tedaviye verilen cevapların her çocukta farklı olduğunu söyleyebilir. Sonuç olarak, hastalığı alt gruplara göre sınıflandırmak etkin bir tedavi stratejisi oluşturmak için faydalı olacaktır. Buna göre, otizmi bir çoklu-organ metabolik hastalığı olarak yeniden tanımlamamız, DSM-IV (1994 de son revizyonu yapılan ve mental problemleri değerlendiren standart ölçek) skalasından çıkarıp, tıbbi ders kitaplarına koymamız ve tıp fakültelerinde rutin olarak eğitimi vermemiz gerekmektedir. Bu hastalığın oluşumu ile ilgili en akla yakın senaryo, genetik olarak risk altında olan bir bebeğin çevresel bazı etkilere karşı bir dizi negatif reaksiyon göstermesidir. Bu durum bir çok başka hastalık için de geçerlidir, örneğin kalp hastalıklarında kalıtımsal faktörler önemli bir role sahip olup, bunlara sigara, obezite, beslenme yanlışlıklarının eklenmesiyle risk önemli ölçüde artmaktadır. Bağışıklık sisteminin genetik olarak yatkınlığı ve yetersiz detoks mekanizmaları nedeniyle hem anne karnında hem de bebeklikte birçok toksik ve yabancı maddeyle karşılaşan bazı çocuklar, bunları tolere edememekte ve hastalık riski oldukça yükselmektedir. Belirli bir toksik eşik aşıldığında ise, bu maddelerin dokuları tahribatı ve iltihap (enflamasyon) oluşumu gibi bir dizi reksiyon başlamaktadır. İltihaplanmanın kendisi,bir diğerini tetikleyerek organlara zarar veren bir kısır döngü başlatmaktadır. Bağışıklık sistemi de maruz kalınan maddelerle savaşma yeteneğini yitirmekte, kendine ait ve yabancı arasındaki ayırımı yapamaz hale gelmektedir. Otoimünite denilen bu durum aslında vücudun kendisini kendisine karşı savunmasıdır. Dengesi bozulan bağışıklık sistemi, vücudu mevcut ve ileride maruz kalabileceği dış etkenlere karşı daha hassas ve kırılgan hale getirmektedir. Otizm durumunda ise bu durum, normal bir gelişmeyi takip eden nörolojik bir gerileme olarak kendini göstermektedir. Bu teori, otizmin bir salgın hastalık olduğunu açıklar mı? Bir salgın hastalık, ya yeni bir toksik maddenin ortaya çıkması, ya da bilinen bir toksik maddenin maruziyetinin artması gibi nedenlerle bağışıklık sistemi dengesinin yukarıda anlatıldığı biçimde bozulmasıyla ortaya çıkar. Bir başka olasılık ise, toplam çevresel toksik yüklenmenin günümüzde artık insan genetik yapısının belirlediği toksik eşiğe yaklaşmış olmasıdır ki, bu da insan soyunun artık risk altına girmeye başladığına işaret eder. Otizmin Tedavisi (Byiomedikal Tedavi) Tedavinin 3 ana prensibi olmalıdır: Eksikleri tamamla, zararlıları defet ve kısır döngüyü kır. Bunu yaparken her çocuğun farklı olduğu ve bu tedavi için detaylı bir hasta geçmişi incelemesi ve uygun testlere ihtiyaç olduğu unutulmamalıdır. 1. Adım: diyetin değiştirilmesi ve vitamin destekleri 2. Adım: bağırsak ve sindirim iltihaplanmasının iyileştirilmesi 3. Sonraki adımlar: Detoks, immün ve nörolojik sisteme yönelik tedaviler. Bir tedavi programına başlamadan önce dikkate alınması gerekli prensipler: Aileler için: Otistik çocukların tedavisi konusunda bilgi ve deneyimi olan bir hekim ile çalışın. Doktorunuzun her şeyi bildiğini zannetmeyin Bir çok şeye aynı anda başlamayın Bir ajanda tutun Otizm tedavisinin bir maraton olduğunu unutmayın Çocuğunuz hangi yaşta olursa olsun umudunuzu yitirmeyin. Doktorlar için: Kendi araştırmanızı kendiniz yapın Tedavide tüm vücudu dikkate alın Eğitim alın Ebeveynlere kulak verin. Prof. Dr. Ahmet AYDIN, Taş Devri Diyeti İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları ABD Metabolizma ve Beslenme Bilim Dalı Başkanı Bryan Jepson, Otizmin Seyrini Değiştirmek, 2007
08-05-2010
Şadi CANÖZ
Zihinsel Engelliler Öğretmeni
Öğrenci, veli, verilen eğitimler, kesilen faturalara ait ayrıntılı istatistik çıkartın.
7 Yanıt
SEVGİLİ ANNE VE BABA'LAR, Otistik çocuklar, öğrenme güçlüğü çeken çocuklar, hiperaktif ve dikkat eksikliği çeken çocuklarda , tourette sendromu (tikler) olan çocuklarda, yaptığım araştırmalar sonucunda NEUROFEEDBACK ve BIOFEEDBACK denilen ,Beyin sinyallerini düzeltme ve geri bildirimle ödüllendirme diyebileceğimiz bir yöntem mevcuttur. Neurofeedback (nörofidbek, EEG biofeedback, neurotherapy) beyin dalgalarını değiştirmeye dayanan dijital teknoloji temelli nispeten yeni bir tedavi yöntemidir. Nöronlar arası iletişim elektro-kimyasal süreçler aracılığı ile olur. Beynin elektrik aktivitesi ürettiği uzun zamandır biliniyor.Nitekim klasik EEG'de bu, teşhis için kullanılıyor.Yeni olan, dijital teknoloji sayesinde beyin dalgalarının tedavi için kullanılması. Yapılan araştırmalara göre neurofeedback'te korteks (beyin kabuğu) seviyesinde elektrik aktivitesi değiştirilirken daha alt daha temel seviyede talamus seviyesinde değişiklikler oluyor ve böylece aynı protokol farklı rahatsızlıklarda kullanılabiliyor. Yani beyin daha iyi çalışmaya başlayınca hangi sorun varsa o ortadan kalkıyor. Herhangi bir riski ya da yan etkisi olmayan bu tedavi yönteminde hedef davranışa ek olarak uyku kalitesinin artması, hafızanın keskinleşmesi gibi gelişmeler de görülebiliyor. Amerika'da 1970'lede başlayan uygulamalar ülkemizde birkaç yıla dayanmaktadır. Bu konuda İzmir'de çalışmalar yapmaya başladık ve bir merkez açtık. İnsanlarımızı bu konuda bilgilendirmek ve yardımcı olmak istiyorum. Şu anda merkezimize gelmeye devam eden otistik çocuklarımız, konuşamazken düzgün ve anlamlı cümleler kurmaktadırlar, iletişimleri artmaktadır. Neurofeedback bilgisayarlı beyin eğitimi ülkemizde yeterince tanınmıyor. Oysaki özel eğitime ihtiyaç duyan çocuklarımız için çok ama çok faydalı olan bir yöntem. Neurofeedback'in esas kaynağı ve en fazla uygulanan yer Amerika. Bütün cihazlar, eğitim materyalleri, sarf malzemeleri oradan geliyor. Türkiye'de eğitimi verilmiyor. Ayrı bir uzmanlık alanı olduğu için hiç bilmeyen birinin bağımsız uygulama yapacak kadar öğrenmesi fedakarlıktan fazlasını gerektiriyor. Dolayısı ile mevcut uygulama halen İstanbul'da birkaç merkezde sınırlı idi. Ancak şimdi başta İzmir
03-07-2010
Belirtilmemiş

Bu yazı okunmalı diye düşünüyorum... Özellikle özel eğitim yöntemleri ile otizimli bireylerle çok yol katedemeyen özel eğitimciler ve aileler için destekleyici bir nitelik taşıyor...
28-06-2010
Şadi CANÖZ
Zihinsel Engelliler Öğretmeni

Yazıyı destekleyecek bilgiler paylaştığınız için teşekkür ederim... Keşke biraz daha kısa tutup yemek tariflerini dosya paylaşımı kısmında yapsaydınız... Hoşca kalın...
08-05-2010
Şadi CANÖZ
Zihinsel Engelliler Öğretmeni

Makarnalı börek (Tarif Sn. Seda Sayın) Malzemeler: * 1,5 kase glutensiz un * 1 adet yumurta * 1,5 yemek kaşığı yoğurt * 1,5 yemek kaşığı süt * 1 paket kabartma tozu * Tuz ve sıvı yağ İç malzemeleri: * Glutensiz spagetti makarna * 1 yumurta * 1/2 yemek kaşığı yoğurt * 1/2 yemek kaşığı süt * Lor peyniri, ya da beyaz peynir (Arzuya göre kıyma) * Maydanoz * Sıvı yağ * Tuz 1,5 kase unun ortasını havuz şeklinde açıp, ortasına yumurta, yoğurt, yağ, süt, kabartma tozu ve tuzu katıp yoğurmaya başlarız. Merdaneyle açılacak kıvama gelene kadar yoğururuz. Elde ettiğimiz hamurdan iki yuvarlak parça yaparız. Hamurun bir tanesini açmaya başlarız. Olabildiğince yuvarlak bir şekilde açtığımız hamuru, yağladığımız yuvarlak bir tepsiye koyarız. Diğer bir kapta haşlanmış olan spagettileri, yumurtayı, yoğurdu, sütü, peyniri ve maydanozu iyice karıştırırız. Yapmış olduğumuz bu harcı, hazırladığımız hamurun üstüne iyice yayarız. Üzerine, tekrar yuvarlak hamur açarız. 1 tane yumurtayla yağı karışırıp, kızarması için üzerine süreriz. Daha sonra, isteğe göre susam serperek 200 °C'lik fırında pişiririz. Fırından çıkar çımaz üzerine 1 bardak soğuk su dökeriz. *** Tavuk Göğsü (Tarif Sn. Seda Sayın) Malzemeler: * 5 yemek kaşığı glutensiz un * 1,5 kg. süt * 1/2 paket margarin * 1 su bardağı toz şeker * 1 paket vanilya Üzerinin Malzemeleri: * Hindistancevizi * Çikolata parçacıkları Bir tencerenin içinde margarin eritilir. Daha sonra glutensiz un ilave edilir ve kavrulur. Muhalebi kıvamına gelince, içine vanilya ve toz şeker de eklenip, biraz daha kavrulup, ateşten indirilir. Dikdörtgen şeklindeki borcama dökülüp hindistancevizi ve çikolata parçacıklarıyla süslenip, buzdolabında bekledikten sonra servis yapılır. *** Speculaas (Hollanda'nın baharatlı bisküvisi) Malzemeler: * 480 gr. Glutensiz un karışımı (Schar) * 1 paket kabartma tozu * 2 çay kaşığı tarçın * Herbirinden 1/2 çay kaşığı: Muskat, Zencefil, Beyaz Biber, Karanfil, Kakule * 200gr. yumuşatılmış tereyağı * 1+1/4 bardak kahverengi şeker (275gr.) * 1 çay bardağı süt Tereyağını, unu, kabartma tozunu ve baharatları karıştırın. Şekeri ilave edip yoğurmaya devam edin. Sütü ilave edip, yoğurmaya devam edin. Hamurun açılacak kıvama gelmesi gerekiyor. Kuruysa küçük miktarlarda süt, suluysa biraz biraz un ilave edin. Hamuru birkaç dakika dinlendirin. Hamurdan birer avuç kadar parçalar alıp, merdaneyle açın. Yaklaşık 3mm. kalınlığında olacak şekilde, açın. Bisküvi kalıbıyla keserek dilediğiniz şekli verin. 180°C'de 15-20 dakika kadar, hafif kızarıncaya kadar pişirin. Sıcakken tepsiden alın ve soğutun (yoksa yapışırlar). Hollanda'nın meşhur bir tarifidir. Gevrek, ağızda dağılan ve hafif baharatlı bir bisküvidir. Bu tariften iki büyük tepsi-yaklaşık 50-60 tane bisküvi çıkıyor... *** Patates Unlu Bisküvi (yaklaşık 6 adet için) Malzemeler:Patates Unlu Bisküvi * 1/2 Bardak Pirinç Unu * 1 yemek kaşığı patates unu * 1 çay kaşığı şeker * 1/8 çay kaşığı tuz * 1/2 çay kaşığı karbonat * 1/3 bardak yoğurt * 1 kaşık margarin, veya tereyeğı (erimiş) Yoğurt ve yağı iyice çırpın. Diğer malzemeleri de katıp, yoğurun. Hamura elinizde şekil verip yağlı tepsiye yerleştirin. 15 dak. kadar 185°C'de pişirin. Yukarıdaki ölçüyü çoğaltabilirsiniz. (Tipi pek güzel değil, ama çok lezzetli...) *** Balkabaklı ve Kuru Üzümlü MuffinMuffin (yaklaşık 18 muffin için) Malzemeler: * 4 yumurta * 500 ml şeker (2 bardak) şeker (ben 1 bardak kullandım) * 375ml. (1 1/2 bardak) sıvı yağ, veya 250ml. (1 bardak) tereyağ * 500ml. taze haşlanmış ezilmiş balkabağı * 750mg. un (3 bardak) (=1 bardak soya unu + 1 bardak patates nişastası + 1 bardak pirinç unu) * 1 çay kaşığı tarçın * 1 çay kaşığı zencefil * 1 paket kabartma tozu * 2 çay kaşığı karbonat * 1 çay kaşığı tuz * 250mg. (1 bardak) kuru üzüm Yumurtaları hafifçe çırpın. İçine şeker, yağ ve balkabağını ilave edin. İyice karıştırın. Un, tarçın, zencefil, kabartma tozu, karbonat ve tuzu ilave edin. Pütürsüz bir kıvam olana kadar karıştırın. Daha sonra, unladığınız üzümleri ilave edin, ama çok karıştırmayın. Yağlanmış muffin kaplarını veya kağıtlarını 2/3 oranında doldurun. Yaklaşık 15-20 dakika 200°C'de pişirin. Afiyet olsun... *** Ekmek (Mayasız) Malzemeler: Ekmek * 2 bardak Pirinç Unu * 1 bardak Patates Nişastası * 1/2 bardaktan biraz az Mısır unu, * 1/2 bardak Soya Unu (1 kaşık Humus Unu, veya 1 kaşık Patates Unuyla 1/2 bardağa tamamlayın) * 1/2 bardak Glutensiz un (Sinangil, Glutano, vs...) = Yani toplam 4+1/2 bardak un (daha fazla un karışım alternatifleri için "Haberler" bölümüne tıklayınız) * 1 çay kaşığı sıvı yağ * 1 yumurta (çırpılmış) oda sıcaklığında * 1 çay kaşığı tuz * 1 çay kaşığı şeker * 1 paket kabartma tozu * 1 çay kaşığı karbonat (istenirse) * 2,5 bardak süt (veya su) oda sıcaklığında Ekmek makinasına sırayla en altta süt, yumurta, tuz, şeker ve yağ olarak, üzerine un karışımı, kabartma tozu ve karbonat eklenir (unları ve kabartma tozunu önceden bir yerde karıştırırsanız daha iyi olur). Ekmek makinasında, karıştırma esnasında, bir spatula ile karışıma yardım edin, un iyice karışsın. Mayalanma olmadığından, en az bekleme süresi olan programda pişirilir. (Mutlaka bütün malzemeler oda sıcaklığında olmalıdır...) *** Patates Böreği Malzemeler: * 3-4 adet patatesPatates boregi * 3 yumurta * 1 çay bardağı un (soya unu, veya pirinç unu) * Tuz, karabiber * İstenilen börek iç malzemesi Patatesleri haşlayınız. Püre haline getiriniz. Yumurtaları, tuz, karabiber ve unu ekleyip yoğurunuz. Oluşan bu püre halindeki hamuru ikiye ayırınız. Yağlanmış bir tepsiye, veya fırına uygun cam kalıba hamurun bir parçasını elinizle bastırarak yayınız. Üzerine istenilen börek içini koyup yayınız. Diğer hamur parçasını da iç'in üzerine yayıp, yumurta sarısını sürünüz. Orta hararetli fırında pembe renkte oluncaya kadar pişirip, servis yapınız. *** Kadın Budu Köfte Malzemeler: * 500 gr. Yağsız Koyun, veya Dana KıymasıKadin budu kofte * 50gr. Baldo Pirinç * 2 yumurta + 1 yumurtanın akı * 1 ortaboy soğan * 1 kaşık sıvıyağ * 1/2 demet maydanoz, doğranmış * Tuz, karabiber * Mısır Unu Soğanı rendeleyip, sıvıyağla pembeleşinceye kadar kavurun. Ayrıca, pirinci haşlayıp, süzün. Kıymanın yarısıyla birlikte soğanı 5 dakika kadar kavurunuz. Fazla yağını süzerek, içine doğranmış maydanozu, 5 dakika sonra pirinci ve biryumurtanın sarısını koyup, istenilen miktarda tuz, karabiber ekleyerek 10 dakika yoğurun. Bir kapta kalan bir yumurta ile beyazı kalan yumurtayı çırpın. Hazırladığınız harçtan, yassı ve oval şekilde hazırladığınız köfteler hazırlayın. Bu köfteleri önce una, sonra yumurtalara, sonra tekrar una batırılır. Hazırlanan köfteler kızgın yağda kızartılır. Yumurta akları köftelere saçaklı bir görünüm verir. İyice kızaran köfteler kağıt havlu üzerinde bir/iki dakika bekletilirse daha iyi olur. *** Çikolatalı Kek İçinin Malzemeleri: * 1/2 bardak sıvı yağCikolatali pasta * 1/2 bardak şeker (orijinalde 2 bardak) * 3 yumurta * 1 paket vaniya * 1/2 su bardağı yoğurt+1 yemek kaşığı erimiş katıyağ * 1 3/4 pirinç unu * 1/3 bardak patates nişastası * 1/3 bardak soya unu * 1 çorba kaşığı mısır nişastası * 1/2 paket Dr. Oetker Kıvam verici (içinde modifiye patates nişastası, pudra şekeri ve kıvam verici (ksantan gum) var) * 1/4 bardak kakao * 1 paket kabartma tozu * 1 çay kaşığı karbonat * 1/2 çorba kaşığı tuz * 1 bardak sıcak su Üzerinin malzemeleri: * 1/2 bardak erimiş tereyağ * 1/2 bardak kakao * 1 paket vanilya * 1 bardak pudra şekeri (orijinali 3 bardak) * 1/4 bardak süt İçinin hazırlanması: Sıvı yağ ve şekeri çırpın. İçine yumurtaları ve vanilyayı ekleyin. Yoğurt ve tereyağı da karıştırın. Ayrıca bir kapta unları, nişastaları, kakaoyu, kabartma tozunu, karbonatı karıştırın. Önceki karışıma ekleyin. İyice çırpın. Suyu bir kerede ilave edin ve çırpın. Yağlanmış (24cm. civarında) kalıba dökünüz. 175°C'de pişiriniz. Üzerinin hazırlanması: Erimiş tereyağı ve kakaoyu karıştırın. Vanilyayı ve daha sonra pudra şekerini ilave edin. En son sütü de ilave ederek, iyice çırpın. Fırından çıkardığınız kek soğuyunca üzerine sürünüz. Uzun olduğuna bakmayın, çok kolay ve çok lezzetli...! *** Tuzlu Kurabiye (Tarif Sn. Seda Sayın) Malzemeler:Tuzlu kurabiye * 2 adet yumurta * 1 fincan yoğurt * 1/2 fincan sıvı yağ * 2 yemek kaşığı katı yağ * 1 paket kabartma tozu * Un, tuz Derince bir kabın içine 1 yumurtanın bütününü ve 1 yumurtanın sadece beyazını, yoğurt, sıvı yağ ve, katı yağı konulup çırpılır. Daha sonra un, tuz ve kabartma tozunu katıp, kulak memesi yumuşaklığında bir hamur elde edilir. Elde edilen hamurdan ceviz büyüklüğünde parçalar koparılıp, ister elle, ister kalıplarla şekil verilir. Yağlanmış fırın tepsisine dizilip, üzerlerine daha önceden ayırdığımız yumurta sarısı sürülür ve susam serpilir. Daha sonra 150°C'lik fırında pişirilir. (İstendiğinde bu hamurun içine peynir, zeytin, sosis de konulabilir). *** Mantı (Tarif Sn. Seda Sayın) Hamurunun Malzemeleri: * Manti1 yumurta * 1 kase un * Birazcık sıvı yağ * Tuz, su İçinin Malzemeleri: * Kıyma * Soğan rendesi * 1 diş sarımsak rendesi * 1 çay kaşığı nane * 1/2 çay kaşığı karabiber * 1/2 yemek kaşığı salça * 1/2 demet ince kıyılmış maydanoz * Tuz Sosunun Malzemeleri: * Yoğurt * Sarımsak rendesi * Sıvı ve katı yağ (birarada eritilecek) * Salça Derince bir kabın içine 1 kase unu boşaltırız. İçini havuz gibi açtıktan sonra, 1 yumurtayı kırarız. Daha sonra sıvı yağ ve tuzu katarız. Bunları su katmadan önce yoğururuz. Eğer unumuz yumuşamamışsa, su katar tekrar yoğururuz (Genelde su katmaya gerek aklmıyor, hamur hemen kendini buluyor). Hamurumuzu açma tahtasında unlayarak açarız (Normal unlar gibi açılmasa da değişik bir şekilde açılır, korkmayın). Normal mantı hamuru inceliğinde açıp, kare şeklinde keseriz ve içlerini hazırladığımız iç harcıyla doldurduktan sonra keseriz. İçlerini harçla doldurduktan sonra dört köşesini birleştirerek bohça şeklinde kapatırız. Daha sonra kaynar tuzlu suda pişene kadar haşlarız. Haşlandıktan sonra bir tavada sıvı ve katı yağ, salça ile birlikte eritilir. Haşlanan ve suyu süzülen mantımızın üzerine dökülür. Tabağa alınan mantının üzerine sarımsaklı yoğurt dökülüp servis yapılır. Not: İstenirse yaptığımız çiğ mantıyı (pişmemiş olarak) mantıyı buzluğa koyup istediğiniz zaman çıkartıp haşlayabilirsiniz. *** Tuzlu çörek Hamurunun Malzemeleri: * Tuzlu corek1+1/2 bardak pirinç unu * 1 paket kabartma tozu * 1 çay kaşığı tuz * 2 yumurta + 1yumurta sarısı * 1/3 bardak sıvı yağ * 1/4 bardak un * Bulabilirseniz ksantan gum (ya da Dr. Otker'in kıvam vericisi) Un, kabartma tozu, tuzu ve ksantan gumu (ya da kıvam vericiyi) bir kapta karıştırın. Ayırın. Ayrıca bir kapta, yumurta, yağ ve sütü karıştırın. Un karışımını ilave edin ve çatalla / elle yoğurun. Yağlanmış tepsiye, şekil vererek dizin. Üzerlerine yumurta sarısı (azıcık yağla karıştırın) ve çörek otu, ya da susam serpin. 150°C fırında pişirin. Yaklaşık 12 adet çıkıyor. Dilerseniz oklavayla açıp, incelterek, bisküvi şeklinde de yapabilirsiniz. *** Peynirli Sebzeli Kek Malzemeler: * 3 yumurta (birinin sarısını ayırın)Peynirli Sebzeli Kek * 3 yemek kaşığı yoğurt * 1 çay bardağı zeytinyağı * 1/ demet dereotu * Beyaz peynir * 2 adet patates * 1 adet havuç * 2 diş sarımsak * Karabiber, pul biber * Tuz * Alabildiği kadar glutensiz un ve mısır unu * Kabartma tozu Bir kapta beyaz peyniri ezin. Üzerine yumurtaları, sıvı yağı, yoğurdu, ince ince kıyılmış dereotunu, rendelenen patates ve havuçu, ezilmiş sarımsağı, baharatları, unu ve kabartma tozunu ekleyip karışrırın. Kalıba, veya borcama yayın. Ayırdığınız yumurta sarısının içine biraz zeytinyağı ekleyin ve hamurun üzerine sürün. Üzerini çörek otu, veya susamla süsleyerek 190°C pişirin. Kaynak: http:/www.glutensiz.com/
08-05-2010
Belirtilmemiş

doğal değildir. Meyvenin kendi şekeri ile yapılan pekmezler yenilebilir. Tatlandırıcılar ve bunlarla yapılmış diyet ürünleri yenilmemelidir. Özellikle aspartam (Canderel ®, Sanpa®, Aspartil®, Diyet-Tat®, Nutra-tat®, diyet kola, şekersiz sakız, birçok diyet yiyecek içinde bulunur) depresyon da dahil olmak üzere birçok yan etkilere yol açabilir. Meşrubat: Her türlüsü yasak. Evde yapılan taze meyve suyu (posası ile birlikte) içilebilir. Meşrubat olarak ayran, kefir, boza, şalgam suyu veya meyan kökü suyu için. ÖZELLİKLE ÖNERILEN BESINLER (ANTIOKSIDANTLAR) Mercimek, kurufasulye, nohut, taze fasulye, bezelye vb. * Ceviz, fındık, fıstık, badem vb. sert kabuklu meyveler * Turunçgiller, kayısı, karadut, kızılcık, kiraz, vişne, kuş üzümü, kırmızı ve kara üzüm, diğer meyveler * Lahanalar, karnabahar, ıspanak, pazı, turp ve pancar yaprakları, şalgam, hardal yaprağı, nane, maydanoz vb. yabani yenebilen otlar * Sarımsak, soğan, pırasa Su: İdrar koyu olmayacak kadar çok su içiniz. İçtiğiniz su aşırı soğuk olmasın. İlk seçenek çeşitli minerallerden zengin olan doğal kaynak sularıdır. Fakat bu sularda da ağır metaller bulunabilir. Çoğu kez olduğu gibi suyun içeriğinden emin değilseniz, suyunuzu kaliteli bir filtreden geçirin. Eger bunlar olmuyorsa Aquafino, Turkuaz, Yemekle birlikte su içmeyin, çünkü bu su sindirim sıvılarını seyrelterek etkilerini azaltır. Yemekten yarım saat önce veya sonra su içebilirsiniz. Uykudan önce bir ya da iki bardak su içilmelidir. Pişirme şekli · Yemekler kendi suyunda ağır ağır pişirilmeli; geleneksel yöntemler (buğulama,, buharda pişirme) yanında turbo fırınlar da kullanılabilir. Böylece besin öğeleri fazla zarar görmez. · Hızlı pişirme yöntemleri (mikrodalga gibi) besin kayıplarına yol açar; ayrıca kanserojen olabilirler. · Dondurulmuş yiyecekleri fazla tüketmeyin. · Konserve yiyecekleri ise mümkünse hiç yemeyin (ev konserveleri hariç). · Sıcak yiyecekleri alüminyum folyoya sarmayınız. Pişirme kapları · Daha çok toprak (güveç), cam ya da bakır kapları tercih edin. · Emaye ve çelik tencere daha sonraki tercihlerdir. · Teflon ve alüminyum kesinlikle kullanılmamalıdır. Yemek yeme sıklığı: Diyet başlangıcında, kan şekeri düşebileceği için daha sık yemeli. 1-2 hafta içinde insülininiz terbiye olur ve günde 3 öğün yemek (çocuklar için 4-5 öğün) yeterli olur. Lokmaları iyice çiğneyin! Sabah kahvaltılarını kuvvetli yapın; akşam yemeği hafif olsun. Yemek miktarlarını yaklaşık şöyle bölümleyin. Sabah :(3), öğle:(2), akşam: (1) ya da Sabah (2), kuşluk (1). Öğle(1), ikindi (1), akşam:(1). 19.00-20.00
08-05-2010
Belirtilmemiş

Baklagiller (Nohut, fasulye, mercimek, bezelye, börülce vb) haftada 2-3 kereden fazla yenmemeli (12 saatte bir suyu değiştirilmek üzere 48 saat suda bekletilmeli, ve ağır ateşte (mümkünse güveçte) pişirilmeli. Soya: Söylendiği gibi sağlıklı bir yiyecek değildir. Protein sindirimini ve bağırsaktan kalsiyum, demir ve çinko emilimini azaltır. Tiroid hormonu sentezini bozar. Erken ergenlik belirtileri, kısırlık ve adet düzensizliklerine yol açabilir. Alerjilere neden olabilir. Otistikler kesinlikle soya tüketmemelidirler. Kabuklu kuruyemişler (ceviz, fındık, fıstık, ayçiçeği, kabak çekirdeği, badem vb). Zengin amino asit (tirozin, triptofan, fenilalanin vb) ve mineral (çinko, selenyum, magnezyum vb) içerir. Günde 1-2 avuç (25-50 gram kadar) oldukça yararlı. Çiğ ve az tuzlu olanı tercih edilmeli. Yağlar: Yağ kısıtlaması vücut için zararlıdır. Sanılanın aksine yağı az, dolayısıyla şekeri fazla yiyecekler insanları daha çok acıktırır ve daha çok şişmanlatır! Margarin: Kesinlikle yasak! Tohumlu sıvı yağlar (ay çiçek yağı, pamuk yağı, mısırözü yağı, soya vb.): Kullanılmamalı ya da çok az kullanılmalı. Omega-6/omega-3 dengesini, omega-6 lehine bozuyor. Sıcak presten çıkan bu yağların yıpratıcı özellikleri var. Zeytinyağı: Mükemmel! Halis sızma olanlar tercih edilmeli Riviera ikinci seçenektir. Fındık yağı: Riviera gibi. Piyasadakilerin çoğu karışık! Halis olanları pahalı ve sızmadan daha iyi değil. Tereyağı: Mükemmel! Mümkünse özgür otlayan hayvanların yağı(köy tereyağı). Piyasada sahtesi (margarin üzerine giydirilmiş) çok. Sahtesi dışarıda bırakıldığında geç erir, bıçakta fazla leke bırakır. Urfa yağı: Tereyağı gibi Kuyruk ve iç yağı: Tereyağı gibi yararlı Balıkyağı: Hayat iksiri! Büyük ölçüde omega-3 yağ asidi içeriyor. Bebeğinden, hamilesinden, gencine ve yaşlısına kadar herkes kullanmalı. Otistik çocuklarda omega-3 yağ asitleri (EPA+DEHA) oldukça düşüktür ve günde 1500-3000 mg aktif balık yağı (EPA+DEHA) kullanmalıdırlar. Balıkyağı şişmanlatmaz. Yaz-kış kullanılabilir. Morina karaciğeri yağı D vitamini içerdiğinden yazın kullanılmamalı. Aksi halde D vitamini yüklenmemesi yapabilir. Keten tohumu: Balık yağından sonra ikinci önemli omega-3 kaynağı. Önce hafifçe kavurun ve kahve değirmeninde öğüttükten sonra günde 2-3 tatlı kaşığı yemeklere, yoğurda veya salatalara serpin. Omega-3 gücü balık yağının onda biri kadardır. Kızartmalar: Vücut hücrelerini paslandırdığı için zararlı. İllaki yenilecekse tereyağı, zeytinyağı, veya fındık yağı ile yapılmalı. Kızartmaların zararlı etkilerini azaltmak istiyorsanız yanında sarımsaklı yoğurt ve yeşillik yiyin. Tahıllar ve unlu gıdalar: Otistiklerin dörtte üçünde buğday proteini olan gluten ile ilgili morfin bileşikleri yüksektir. Bu nedenle gluten içeren buğday, çavdar ve yulaf gibi tahıllar ve bunlardan yapılan mamuller (ekmek, kek, kurabiye, bulgur, makarna, erişte, şehriye, tarhana, un çorbaları) tüketilmemelidir. Mısır ve pirinç ve glutensiz undan yapılan mamuller serbesttir. Genetiği değiştirilmiş mısır yenmemelidir. Pirin, glutensiz un ve mısır da aşırı tüketilmemelidir; hızlı emilen şeker miktarları yüksek olduğu için insülin direncini arttırırlar. Çaylar: Hepsi çok yararlı. Kahve-nestkahve: Yasak, arada bir Türk kahvesi içilebilir. Turşular: Oldukça yararlı. Probiyotiklerden zengindir. Betainden (DMG) zengin olduğu için pancar turşusu özellikle otistikler için çok faydalı. Tuzunu azaltın (turşu kurarken tuz yerine limon tuzu, askorbik asit ya da sirke kullanın). Sirke (özellikle halis üzüm sirkesi) oldukça faydalı. Tuz: Yiyeceklerin içinde doğal olarak bulunan tuz vücudumuzun ihtiyacını karşılar. Tencere yemekleri içine az miktarda tuz katılabilir. Baharatlar: İçerdikleri vitamin, mineraller ve antioksidanlar açısından oldukça yararlıdır. Küflü olmamasına dikkat edin. Probiyotikler (faydalı mikroplar) · Otistik çocukların çoğunda bağırsak florası bozulmuştur. · Bu kişilerde patojen bakteriler (özellikle klostridyumlar), mantarlar (özellikle pamukçuk mantarı olan kandida) ve parazitler aşırı şekilde ürer. Bu patojen mikroorganizmalar yiyeceklerin sindirimini bozarlar ve çeşitli toksinlerin oluşmasına yol açarlar. · Un ve şekerden fakir, sebze, meyve, et ve yumurta gibi doğal gıdalardan zengin bir diyet bağırsak florasının koruyuculuğunu bozmaz. · Fermantasyon ürünleri (turşu, kefir, peynir, şarap, boza, sirke) bağırsak florasında bulunan probiyotikleri artırırlar. · Ekşimeyen market yoğurtlarında ve pastörize sütlerdeki probiyotikler büyük ölçüde tahrip olmuştur. Şekerler Rafine şekerler (çay şekeri, früktoz vb) ve bunlarla yapılan yiyecekler (pasta, bisküviler, gofretler, baklava, revani, kadayıf vb) büyük ölçüde azaltılmalıdır. Çikolata: Bakır düzeyi yüksek olanlarda çikolata tüketimi azaltılmalıdır. Haftada bir kere orta boy, sütsüz (bitter) ve kaliteli çikolata yenilebilir. Bakır düzeyi normal ya da düşük olanlar daha fazla çikolata tüketebilirler. Çikolatanın magnezyumdan zengin olması da en önemli olumlu özelliklerindendir. Bal: Günde bir iki çay kaşığı yenilebilir. Alelade ballar, her çeşit ve reçel aşırı şeker içerdiğinden yenilme-melidir. Piyasadaki balların en az %95
08-05-2010
Belirtilmemiş

Etler (yağsız olmayacak, fazla pişirilmeyecek) Kırmızı et (tercihen yemlenen değil, otlayan hayvan eti), geleneksel sucuk, kavurma, pastırma vb serbest. Katkı maddelerinden dolayı salam-sosis yasak. Sakatat: Çok yararlı. Fakat hastalıklı olmamasına dikkat. Beyaz et: Tercihen köy tavuğu ve diğer kümes hayvanları (köy tavuğu geç pişer) Deniz ürünleri (Balık, midye, istakoz) (ağır metal zehirlenmesi nedeni ile yasak. Havuzda yetiştirilenlerde de toksinler mevcut olduğundan onlar da yasak. Yüksek klorofil içerdiği için ağır metalleri bağlayan deniz börülcesi ve deniz yosunları (kolerella veya spirullina) serbest. Yumurta: En Kaliteli protein kaynağıdır. Köy yumurtası tercih edilmeli. Günde 1-4 adet yenilebilir. Tercih sırasına göre 1. çiğ (enfeksiyon olmadığından eminseniz!), 2. rafadan, 3. Lop, 4. kızartma (mümkünse yenmemeli, yenilecekse, zeytinyağında ya da fındık yağında ya da tereyağında yapılmalı ve önce akı pişirilmeli, sarısı ayrıca çiğ olarak eklenmeli) Sebzeler ve yeşil yapraklılar: her çeşidi yenilebilir. Daha çok çiğ tüketilmeli. Koyu yeşil yapraklılar K vitamini, kalsiyum ve magnezyumdan zengindir ve ayrıca omega-3 yağ asidi içerir. Doğal yetiştikleri için yabani otlar (ebegümeci, kuzukulağı, ısırgan otu, semizotu, labada vb) mükemmel. Semiz otu sebzeler içinde en önemli omega-3 kaynağıdır. Patates kızartması kesinlikle yenmemelidir. Sebze yemeklerinin içine az miktarda patates konulabilir (yüksek şeker içeriği). Sarımsak: Hücreleri paslanmaktan koruyan (antioksidan) en önemli yiyeceklerden biri. Kükürtlü bileşikler içerdiği için aynı zamanda ağır metal boşaltımına da yardımcı oluyor. Kükürtlü amino asitler otistiklerde genellikle düşük olmaktadır. Her gün en az iki diş yenilmeli. Sarımsağı ezin (yutmayın) ve en geç 1 saat içinde tüketin. Soğan de yüksek kükürt içeriği ile en az sarımsak kadar değerli. Zeytin: Mümkün olduğunca tuzu çıkartılmalı. Sele zeytininin tuzu daha rahat çıkıyor. Daha çok yeşil zeytin tercih edilmeli. Meyveler: Elma, üzüm, çilek gibi fenol içeren meyvalar fazla tüketilmemelidir. Kayısı, üzüm, muz, gibi şeker içeriği yüksek meyveler de sınırlı yenmelidir. Az şekerli meyveler daha çok yenilebilir (tazesi tercih edilmeli). Meyve kurularının küflü olmamasına dikkat edilmelidir. Süt ve süt ürünleri İnek ve koyun sütü ve ürünleri (yoğurt, peynir vb.) tüketilmemeli. Bu sütlerle yapılmış kefir ya da yoğurt suyu yenilebilir. Keçi sütü ve ürünleri serbesttir (yoğurt, peynir, kefir). Süt niçin kemiklerimiz için iyi bir kalsiyum kaynağı değildir? · Sütte kalsiyum yüksektir fakat kalsiyum/fosfor oranı 1:1 gibi yüksek olduğu için iyi emilmez · Anne sütünde 2:1 olduğu için kalsiyum içeriği düşük bile (30 mg/100 mL) olsa emilimi mükemmeldir. · Süt ve süt ürünlerindeki kalsiyum/magnezyum oranı yaklaşık 8:1 ile 12:1 arasında değişir. · Normalde kalsiyum/magnezyum oranının 2:1
08-05-2010
Belirtilmemiş

Sorunun yanıtını biliyor musunuz?
Sorunun yanıtını biliyorsanız, lütfen aşağıdaki alanı kullanarak soruyu yanıtlayınız.

 

Soruyu yanıtlarken:

  • Doğrudan soruyu yanıtlayınız, veya soruya verilen diğer yanıtları geliştirecek şekilde yanıt veriniz
  • Yanıtınızda hakaret, küfür veya kanunlara uygun olmayan paylaşımlar bulunmamalıdır. Buna uygun hareket etmeyen üyelerimizin üyelikleri durdurulacaktır
Yenilenen EÇOP'u Denediniz mi?
Engelli Çocuklar Otomasyon Programı (EÇOP) yenilendi, Demo indirip anında, MEBBİS'den bilgilerinizi yükleyerek hemen kullanmaya başlayabilirsiniz.
ÜCRETSİZ demoyu hemen indirin ve yükleyin.
  • SINIRSIZ Kullanıcı ve Öğrenci
  • Veritabanı sunucu hizmeti
  • Uzak sunucuya otomatik yedekleme
  • E-fatura entegrasyonu
  • Web tabanlı (mobil uyumlu) veya Masaüstü kullanımı
  • MEBBİS otomatik veri alma ve aktarımı
  • Tüm formların otomatik hazırlanması
  • Yılsonu değerlerlendirme işlemlerinin tek tuşla yapılması
  • Faturaların otomatik üretilmesi ve hatasız MEBBİS'e aktarılması
  • Online teknik destek imkanı
  • Pratik ders yazılabilmesi
Kullanıcı Görüşleri...
Ücretsiz İş İlanı
Özel eğitim ve sağlığın ortak paydası olan Rehabilitasyon.com adresinin sektöre özel iş veren ile iş arayan arasında ne kadar iyi bir köprü olduğunu görebilmeniz için çok kısa süreliğini ÜCRETSİZ bir İş İlanı verebilirsiniz.
Eleman mı Arıyorsunuz?

Kurumunuz büyüyor, ekstra yeni personele mi ihtiyacınız oldu?

Artık bunları dert etmeyin! Hemen bir iş ilanı ver, gelen başvuruları incele, birkaç görüşme yap ve uzmanla çalışmaya başla. Hepsi bu...