Türkiyede Çocuk ve Değeri

İSTANBUL ÜNİVERSİTESİPSİKOLOJİ BÖLÜMÜSosyal Psikoloji Türkiye’de Çocuğun Anlamı ve Çocuğun Değeri Yüksek Lisans Niteliksel Araştırma Yöntemleri Prof. Dr. Sibel ARKONAÇ Hamza ERTÜRK
2501070641 2008İSTANBUL Türkiye’de Çocuğun Anlamı ve Çocuğun Değeri Bu araştırmamızda Türkiye de çocuğun değeri üzerine niteliksel yöntemlerle bir söylem analizi çalışması yaptık. Bu araştırmamızda ülkemizdeki çocukla ilgili baskın söylemleri,kişlerin kullandığı açıklayıcı repertuarları ortaya çıkarmaya çalıştık. Hemen her katılımcı çocuğun aileler için çok büyük öneme sahip olduğunu söylemlerinin yanında çocuk sahibi olabilmek için maddi açıdan güçlü olabilmek ve çocukların külfet olduğuna dair bazı değişik söylemlerde çıktı. Biz bu araştırmamızda 1 saatlik görüşmelerle,6 görüşmecinin 15 kişiyle yaptığı konuşmalarda söylemlere, açıklayıcı repertuarlara, ideolojik ikilemlere ve özne konumlandırmalarına ulaşmaya çalıştık. 6 farklı görüşmecinin yaptığı farklı oturumlarla çocuk sahibi olmanın anlamı ve neden çocuk yapmak istedikleri teması üzerinden çalıştık. Birbirimizin görüşmelerini ayrı ayrı okuyarak temalar çıkardık. Yaptığımız görüşmelerin transkripsiyonlarını 6 farklı kişi tarafından değerlendirdik ve bunları sizlerle paylaştık.Anahtar Kelimeler: Çocuğun anlamı, ebeveyn olmak, çocuğun değeri Çocuklar, bir kültürün etkilerinin, en yoğun görüldüğü canlı grubudur. Sürekli olarak şekillendirilmeye çalışılan lineer bir doğruda geliştiği bilimlerce varsayılan, her ebeveynin veya her kültürün kendine özgü kurallarını dikte ettiği bu grup sanki edilgen veya yok sayılan yerine kararlar verilen bir fanus içerisinde yaşamını devam ettirir. Ailelerin kendisiyle gurur duyduğu, varlığında kendi öz saygılarının tavan yaptığı, toplum içerisinde onur kazanma veya yokluğunda utanç vesilesi olabilecek kadar önem verilen çocuk meselesi, yüzyıllardır toplumdan topluma, coğrafyadan coğrafyaya farklılık göstermiştir. Çocuk insanlığın varlığından bu yana geleceğin ve üretkenliğin sembolü olmuş, nesillerin mirasının taşıyıcısı rolünde dilin aktarımıyla, adeta bir önceki yaşamların katlanmış toplamı olan bütünün resmini yansıtmıştır. Hiçbir toplum yoktur ki, kendisinin devamını istemesin ve bu bağlamda da çocuğa önem vermesin, bu yazdığıma her ne kadar karşı çıkanlar olsa da cinsiyetler üzerindeki ayrım tüm toplumlarda aynı biçimde varlığını sürdüregelmiş değil, çeşitli uygarlıklarda farklı cinsiyetlerin hâkimiyeti görülmüştür. Bu yüzden bu kısım da şimdilik çocuklar üzerinde cinsiyet ayrımcılığına değinmeyeceğim. Tüm toplumlarda çocuk, değerlerin aktarılmasında bir vasıta ve uygulayıcı görevi görmüş, önce ustası tarafından yoğrulup, kıvama gelince şekil verilmiş, daha sonra pişen bu ürün ustadan aldığı şekli kendi maharetiyle yeni hamurlara şekil vermek üzere kullanmıştır. Değerlerin öğrenilmesi sosyal bir öğrenmedir. Çocuğun gördüğü ilk sosyal kurum ise aile olmuş, haliyle onun değer sistemi de ailenin etkisiyle oluşa gelmiştir.(1) Çocuk ilk kural takipli yaşamı ailede görmüş, artık sınırlarını diğerlerinin (ötekilerin) belirlediği travmatik dünyayla hemhal olmuştur. Anne karnında sıcak ve tehlikesiz ortamdan çıkış ve rahatsız edici uyaranların arkasından, sosyal ortam etkisi bir çocuk için hayli etkileyici olsa gerek, zaten çocuk süregelen gelişim basamakları düzleminde de dominant ve edilgen pozisyonlar arasında hayli savrulmuştur da. Türkiye’de her ne kadar çocuğa aile içerisinde büyük önem verildiği söylense de bu simgesel sevgi, koruyucu bir kalıptadır. Osmanlı’nın gelenekçi bir topluma sahip olduğu varsayımından hareketle çocuğa üretim nesnesi ve ümmet gözüyle bakılıp sıkı bir terbiye den geçirildiği söylenebilir. Bu doğrultuda İslami geleneklere değinmek bu gelenekçi yapının temelini anlamak üzerinden isabetli olacaktır. İslam’a göre çocuk doğduğu anda tertemiz ve günahsız olarak doğar ama tamamıyla bilinçli bir varlık olarak değil tertemiz, şekil almamış saflıkta bir canlı hüviyetindedir. Bu manada akıl baliğ olana kadar yaptıklarından sorumlu olmadığı, bir birey sayılmayacağı fikri sabittir. İslam buluğdan önce çocukları aklen yetersiz görür ve kesin bir çizgiyle büyüklerden ayırır.(2)Buluğdan sonra çocuk ise yaptıklarından tamamen sorumlu tutulmuş, yetişkin hükmüne geçmiştir. Çocuğun bakım ve terbiyesi belli bir yaşa kadar annenin hak ve sorumluluğu altındadır. Buna göre eğitim ve bakım annenin hem hakkı hem de sorumluluğudur. Dolayısıyla anne bu görevi yerine getirmekten de kaçınamaz. Çocuğun bakım ve gözetime muhtaç olduğu yaş kız ve erkeklerde farklıdır. Genellikle bu yaşın nihaî sınırı kızlarda dokuz-on bir, erkeklerde yedi-dokuz olarak belirlenmiştir.(3) Hıristiyanlıkta ise çocuk ilk günahı ile birlikte dünyaya gelmektedir, savı hâkimdir. Bu doğrultuda arınması için çeşitli ritüellerden geçirilir. Osmanlı toplumunun çocukla ve eğitimle ilgili iki geleneği, varlığını Cumhuriyet’te de alttan alta sürdürmüştür. Bunlardan biri çocuğun hem evde hem okulda dayakla eğitilmek istenmesidir. Bu geleneğin tarihi oldukça eskilere gidiyor ve bu yöntem tarih boyunca birçok kişi tarafından da savunulmuş. Belki bunu hâlâ değiştiremememizin nedeni bu derin tarihsel köklerdir. Öbür gelenek ise eğitimde ezberciliktir. Bu yaklaşım da çok eskilerden geliyor ve gücünü hâlâ koruyor. Bugün eğitim ve çocuk yetiştirme sistemimizin bu iki başat özelliğinin temelinde çocuğa yönelik olumsuz bir bakış var: Çocuğu edilgin, alıcı bir varlık olarak görmek. Bu modası geçmiş felsefenin tipik anlatımı çocuğun zihninin boş levha, balmumu ya da ayna olduğunu söylemektir. Bu anlayış topluma yüzyıllar boyunca egemen olmuştur (Batı’da da böyledir ama orada modernleşme ile değişmiştir). Çocuğu böyle edilgin, kendi başına hiçbir şey yapamaz, eleştirel bakamaz, yaratamaz bir varlık olarak görürseniz onu dayakla ve ezberle eğitmekte de bir sakınca görmezsiniz. Çağdaş çocukluk felsefesi çocuğu etkin, yaratıcı, katılımcı bir varlık olarak tanımlamaktadır. Gelişim psikolojisi, çocuk sosyolojisi araştırmaları da bunu doğrulamaktadır. (4)Tüm toplumlarda çocuğa verilen değer eşitmiş gibi gözükse de onun cemaat içindeki konumu fark etmektedir. Batı toplumlarında daha özgürlükçü daha fazla söz hakkı sahibi olan çocuk ile sözel iletişim daha yoğun yaşanmaktadır. Çocuğun kendi başına yaşamaya alıştırıldığı demokratik ebeveyn tutumunun salık verildiği batı toplumlarında aile ile çocuk otonom mekanizma haline dönüştüğü görülmekte ve iki ayrı bireyin varlığından söz edebilmekteyiz. Doğuya doğru gittiğimizde ise daha kolletif yaşamın izlerini taşıyan, kendini kısıtlayıp gizlemenin, bireyi ortaya çıkarmaya göre daha çok tercih edildiği, daha otoriter ebeveyn tutumlarının örneklerine şahit olmaktayız.(5)Çocuğa verilen değer her ne kadar büyükmüş gibi gözükse de onlara verilen değeri toplumlar arası kıyaslama yaparak bir nebze değerlendirebiliriz. Bu kıyaslama içinde, çocuk ölümlerindeki miktar, eğitime ayrılan milli gelirdeki pay, çalışmak zorunda olan çocukların miktarı, çocuk suçları miktarı, aile içerisinde söz hakkı sıralaması gibi kategoriler üzerinde düşünebileceğimiz konulardır. Tarihsel bir doğrultuda da bakıldığında felsefe, tarih, gibi ana bilimlerin içerisinde çocuk konusunun pek işlenmediğini görmekteyiz. Bugünkü yasalara bakıldığında da çocuk biyolojik bir ergen olarak ancak 18 yaşından sonra özgürlüğüne kavuşmakta. Onun haklarıyla ilgili tüm kanunlar yetişkinler tarafından belirlenmekte. Eğitim hakkı, seçme ve seçilme hakkı, örgüt hakkı, sendikal haklar gibi konular göz ardı edilmekte. Çocuklara ve gençlere her dönem büyümeleri ve hatta büyütülmeleri geren aciz ama sevimli maskotlar, yeri geldiğinde ailelerin belini büken masraflar gözüyle bakılmakta. Onları olgunlaşmaları için eğitim makinelerinden geçirmekte, yeri geldiğinde bu benimkisi adam olmaz gözüyle kıyasıya eleştirip direk kendimizi meşrulaştırılmış otorite pozisyonuna çekmekteyiz. Toplumsal yaşayışın ilk zamanlarından beri her toplumda ailenin varlığı gözlenmiştir. Bu kurum içerisinde ise çocuk bu bütünlüğün en temel sebebi, yuvanın devamının en sağlam harcı olarak görülmüştür. Çocuğun değeri dillere destan olan ninnilerle çok daha net anlaşılır, ailedeki heyecanın ve canlılığın ifadesi olarak. “Eee.......eee...uyu yavrum nenni Çalayım sana güzeller güzeli Yavrum uyusun nenni Kuzum uyusun nenni Uyu yavrum nenni Uyusun da büyüsün nenni”Bu ifadede annenin çocuğa olan sevgisi, fedakârlığı ve bağlılığı baskın olarak ortaya çıkmakta, annenin çocukta anlam bulduğu kendini çocuğuna gizlediği tek bir vücutta hayat buldukları anlaşılmaktadır. Çocukla birlikte annelerin kendilerinin tamamen hayattan soyutladıkları sanki kendi eserleri olan canlılarıyla tamamen gerçek yaşamdan ayrı bir dünya kurdukları söylenebilir. Dilden, kelimelerden uzak bir canlının(bebeğin), annenin dilinde hayat bulduğu aşikârdır. Hatta öyle ki Anadolu’da gelinlerin kaynanalarına duydukları kızgınlığı çocuklarına sarılarak giderdikleri, kimseye açamadıkları dertleri bebekleriyle paylaştıkları analizleri yapılmaktadır. Bebek, anne arasındaki ilişki, sevgi düzleminde incelendiğinde ilk yıllarda çok yoğun sevgi paylaşımı aşırı duygu yüklemesi, daha sonraki yıllarda ise azalan bir ivmede kendini göstermektedir, hatta çocuğun çok sevilmesi çok sevilirse şımarık olacağı yargısı gibi çok şaşırtıcı gözlemlere ulaşılmaktadır. Çocuk ve aile arasındaki ilişkiden hareketle, çocuğun yaşla birlikte aile içerisinde farklı konumlara yerleştirildiğine, saflıktan zarar verme boyutuna, sevilmekten iktidar kurma mücadelesinin içine çekilmekte olduğuna şahit olmaktayız. Yeri geldiğinde çocuğun aile içi dengelerde taraf olmaya zorlandığına, hatta bazen yalnız olarak bir tarafa atılması da mümkün olmaktadır. Yani çocuk salt bir saflık, ezilgenlik boyutunda değerlendirilmektedir diyemeyiz. Çocuğa verilen değeri daha iyi anlamak için atasözlerine bakmak gerekmektedir diye düşünüyorum.Türk atasözleri ve deyimlerinde ortaya çıkan aile ve akrabalık anlayışının incelenmesinin sosyolojik açıdan iki önemi vardır:Öncelikle Türk atasözleri ve deyimleri Türk toplumunun, Türk kültürünün bir ürünüdür. Burada tespit edilen bulgular Türk toplumunu, Türk ailesini tanımamızda bize yardımcı olur; Türk toplumunu ve ailesini birleştiren, bütünleştiren bağları, aynı zamanda bu süreçte ortaya çıkan problemleri tespit edebiliriz.İkinci olarak, Türk atasözleri ve deyimleri aynı zamanda Türk ailesine ve Türk toplumuna şekil veren unsurlardır. Buradaki tespitlerimiz toplumun sosyal kontrolü, sosyo-kültürel bütünleşmesi konularındaki çalışmalarımızda bize yol gösterebilir.(6)“Çocuklu ev pazar, çocuksuz ev mezar”. “Çocuksuz kadın meyvesiz ağaç gibidir”. “Çocuk evin meyvesidir”. Atasözleriyle çocukların aile içindeki önemine değinilmiş, çocuğun bir evin her şeyi olduğu anlatılmaya çalışılmıştır. Çocuk sahibi olmayı teşvik eden bu atasözleri ailenin insan neslinin üretilmesi ve devamındaki fonksiyonunu da getirir. Böylece hem ailenin ya da soyun hem de toplumun devamlılığı sağlanmış olur.“Kız beşikte çeyiz sandıkta”. Atasözüyle kız çocuklarının aileden bir an önce uzaklaştırılıp evlendirilmesi teşvik edilmiş, kız çocukları her an için namus kavramına halel getireceği korkusu hissedildiği ifade edilmiştir.“Oğlan doğuran övünsün, kız doğuran dövünsün”. “Oğlanı her karı doğurmaz, er karı doğurur”. “Oğlandır oktur, her evde yoktur”. Aynı şekilde erkek evladı öven sözler dikkati çekmekte, bunun sebebi olarak ise erkek evlat gücün, neslin devamının ataerkilliğin ve tarım toplumu olması sebebiyle de işgücü ve üretkenliğin sembolü olmuştur. Çocuklar arasında cinsiyete göre değer farkı da toplum içerisinde yoğun bir baskı oluşturmaktadır. Tüm bu yorumlar üzerinden, çocukların değeri toplum içerisinde edindikleri role, toplumun ekonomik beklentilerine iktidar mücadelelerine işaret etmektedir. “Oğlan babaya kız anaya çeker”. Atasözüyle de çocukların kimlik oluşumunda model alacakları kişilerde belirlenmiş olur. Bu ayırım kesin olarak belli olur.Ayrıca çocuk hem aileden statü kazanır, hem de aile çocukları vasıtasıyla toplumda statü kazanmaya çalışır. Bu etkileşim karşılıklıdır. Ebeveyn- çocuk arasında ki otoriter ilişkiye dikkat çeken atasözleri de vardır. Buradaki iktidar mücadelesi çocuğa çizeceği yön noktasında belirleyici ve keskindir.“Oğula devlet gerek ise, anaya ataya hürmet eyleye”. “Ata yolu doğru yoldur”.“Atanın önünden geçeni Allah sevmez”.Sonuç olarak atasözleri dönemlerinin ihtiyacını karşılayan ve yansıtan, baskın söylemi sunarlar. İçlerinde ki çelişkiler net bir şekilde de olsa aslında bu sözlerin kullanıldıkları bağlam içinde değerlendirilmeleri gerekir. Söyleyenlerin baskın söylemle nasıl konumlandıklarını net bir şekilde ifade ederler. Burada anlaşılması gereken tek bir düzlemde kabul gören tek bir doğru veya hakikat yoktur. Gerçeklikler duruma ve bağlama göre değişmektedirler. Aynı olayla yada tarafla ilgili olumlu veya olumsuz atasözlerine rastlamak mümkündür. Buda bu sözlerin hepsinin ayrı gerçeklikleri temsil ettiğini gösterir. Ama anlaşılması gereken edilgen pasif ve sürekli yönlendirilmesi yerine karar verilmesi geren bir çocukluk gerçekliğinin varlığıdır. “Değmeyin yazıktır daha o küçücük çocuktur” sözü ile “sen sus bakayım” büyüklerinin sözüne karışma sözü farklı durumlarda aynı çocukla ilgili söylenen iki sözdür.Su küçüğün yol büyün sözü de çocuğa hem ayrıcalık kazandırmakta hemde arka sıraya itilmesine sebep olmaktadır.Baskın bir şekilde onların sevgiye ve korunmaya ihtiyacı var savıyla karşılaşmaktayız. İnsanların en fazla duygularını gösterdikleri veya en fazla duygusunu sakladıkları nesnelere dönüşmekte çocuklar. Yeri geldiğinde arkalarına saklanılmakta, yeri geldiğinde annelerin çocuklarına açtıkları sıcacık kucakları, yeri geldiğinde de onların en güvenli kalelerine dönüşmekte. Bugünlerde ise en büyük ekonomik sahalara, tüketim nesnelerine dönüşmekte çocuk istekleri. Bir taraftan ideolojilerin en önemli ayaklarını oluşturmakta gelecek adına, çocuklar. Eğitim orduları oluşturularak, yeni pazarlar ve gelir kapıları araçları haline gelmekteler. Sanki onlar bizim elimizdeki play doo hamurları yapboz sonra tekrar şekil ver, ta ki onlar kendi çocuklarına bunları yapana kadar.Çocuğun değeri istediğimiz şekli(ebeveynin beklediği oranda itaat) aldığı oranda artmakta, Türk toplumu için. Avrupa ise daha otonom, bağımsız hareket edebilen bir nesil yetiştirmekte. Aynı şekilde eğitim sistemimizde önce itaati beklemekte, hatta başarılı bir çocuğu sırf yetenekleri ailenin istemediği bir alanda diye o çocuk hayırsız pozisyonuna sokulabilmektedir. Kağıtçıbaşı’nın araştırmasında (7), en çok değer verilen özelliğin çocuğun itaati, en az değer verilen özelliğin ise bağımsızlık ve kendine güvenin olduğu ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla çocuklarımızı hala geleneksel yöntemlerle şekillendirmeye çalışmaktayız. İstanbul’daki bir çocuk annesi için başarılı bir öğrenci iken, Urfa’daki bir aile için ise ırgat olduğu oranda değerlidir ve herhangi 20 evlattan sadece bir tanesidir. Devletlerin politikalarına göre doğum oranları azalmakta veya artmaktadır. Doğuda çocuğun değeri ona ayrılan vakit bakımından batıya göre çok daha düşüktür. Ailenin çok sayıda çocuk sahibi olması, onun beslenmesi, sevgi gösterilmesi açısından kaliteyi düşürdüğü söylenmektedir. Doğu bölgelerinde çok çocuk sahibi olan bir sürü aile daha çocuklarının ismini bile bilmemekte, akraba evlilikleriyle de sakat doğuma veya bebek ölümlerine neden olunmaktadır.(8)Çocuğa verilen değerde toplumlar arası ve kültürler arası farklılığın sebepleri ele alacak olursak ben bunları birkaç başlık altında toplamak istiyorum.Yerel kültür ve gelenek içindeki çocuk, toplumun sosyolojik ve ekonomik yapısı, coğrafi farklılıklar, dinsel farklılıklar, devletlerin izlemiş olduğu doğurganlıkla ilgili politikalar, kırsal ve kentsel yaşam farkı olarak, değerlendirilebilir.Türkiye gibi geçiş toplumları ise bireysellikle bağımlılık kültürlerinin arasında sayılabilecek başka konumda süreçtedirler.(9)Çocuğun yetiştiği ortamın, ailenin sosyo-ekonomik seviyesinin ve eğitim seviyesinin, çocuğun gelişimini etkilediği ve hızlandırmaktadır. Çocukların bilişsel gelişimleri başarma hırsları ve sorun çözme becerileri ile babaların ebeveynlik tutumlarının ve çocuklarınailgisinin pozitif bir ilişki düzleminde olduğu bulunmuştur.(10) Ekonomik çalkantıların krizlerin arttığı dönemlerde anne babaların çocuklarına daha fazla fiziksel şiddet uyguladıkları yönünde araştırmalar bulunmaktadır.(11) hızlı kentleşme, göç çocukların sosyal desteklerinin azalmasına sokağa, evden kaçmağa, daha fazla eğilim göstermelerine sebep olabilmekte. Tarihin her döneminde ideolojilerin savunmasız eğitim denekleri, yapboz tahtaları olan, hiçbir zaman fikirleri alınmadan şekillendirilen düzenin içine veya dışına salıverilen veya tıkıştırılıverilen çocukların sesi olmak gerek. Her zaman ideolojilerin piyonları yapılıp sürtüşmelerin ortasına pimi çekilmiş bomba olarak atılıveren bu çocukların/gençlerin hesabını nasıl verecekler?Hiçbir şey, hiçbir ideoloji onlar kadar saf ve temiz olamaz, ama onların masumiyetlerini çalabilir. Yoksa büyüyene kadar çocuklar büyüklerin mutluluk oyunlarının oyuncaklarımı? Toplum çocukların sorunlarını ve seslerini her zaman görmezden geldiği halde onları yok saydığı halde her zaman büyüklerin kurallarına şartsız uymalarını, itaat etmelerini beklemektedir. Toplumsal tabaklaşmanın ve ayrışmanın yoğunlaştığı şu günlerde sesleri çok çıkanların artık biraz susup artık alternatif seslere, çocukların, gençlerin, kadınların sesini duymaya ihtiyaç var, göremediklerini göstermeğe ihtiyaç var. Yöntem Analitik metod Araştırmamızda kullandığımız yöntem, niteliksel araştırma yöntemlerinden söylem analiz olmuştur.. Söylemsel psikolojiye göre dil, anlamların aktarıldığı, temsil edildiği sabit bir taşıyıcı değil, bizzat eylemlerin inşa edildiği alandır. Dil bugün oluşturulmuş ve sabitleştirilmiş bir alan değildir. Nesillerin birikimi ve tarihlerin şahitliğiyle alanı kaplayan ve bu üretken zemin her şeyi içinde barındırmaktadır. Söylemler insanların içinde anlamları inşa ettikleri dil yapılarıdır. Psikolojinin dille ilgilenmesiyle birlikte, merkez bireyden dile ve dilin üretken eylemsel yapısına kaymaya başladı. Artık insanların ne söyledikleri ve nasıl bir bağlamda konuştukları incelenmeye başladı. insanların konuşmalarıyla ne yaptıkları sorusunu sormaya başladı. Söylemsel psikoloji insanların günlük konuşmalarında neyi icra etmeye çalıştıklarıyla ilgilenir. Söylem analizi bir metnin okunması, söylemin ne yaptığını bulmak içinde söylemin içsel düzenlenişine odaklanır . kişinin konuşmalarını metne dökerek tekrar tekrar okumaya dayanır ve metnin çözümlemesini içerir. Araştırmacı metne kendine çeşitli sorular sorarak ilerlemeye çalışır. Söylem analisti dili bağlam içinde incelemeyi esas alır. Konuşma içerisinde açıklayıcı repertuarlara ulaşmaya çalışır. Konuşma içerisinde katılımcıların çatışan repertuarları tanımlar. İnsanların olayları nasıl anlamlandırdıkları ve nasıl anlattıklarıyla ilgilenir. Söylemsel inşalara bakılır. Kaç farklı söyleme ulaşabiliriz diye metnin analizi söylemler üzerinden yapılır. Kişinin o konuşma içerisinde neden o söylemi tercih ettiği ile ilgilenir. Kişilerin o metin içerisinde nasıl bir özne pozisyonu aldığıyla ilgilenir. İlgilenilen konuyla ilgili kaç farklı söyleme ulaşılabilir onu araştırır. Kişinin seçtiği söylemler ve kullandığı açıklayıcı repertuarlar kişinin kendi üretimi değildir, dolayısıyla kişiye ait değildir. İlgilenilen konuyla ilgili o topluma ait olan değişik söylemlere ulaşma fırsatı verir. Kişi sadece kullandığı söylemle nereye ulaşmayı ve neyi amaçlamaktadır. Dolayısıyla kişinin eylem yönelimine ulaşılabilir. Kişinin kullandığı dil bağlı olduğu kültürü ve coğrafyayı bize işaret eder. Söylem analizi insanların söyledikleriyle ne yaptıkları ve konuşurlarken hangi dili kullanıp o dilin içinde nasıl anlamlar inşa ettikleri veya hangi inşaları kullandıklarıyla ilgilenir.. Söylem analizi, söylemlerin eylem yönelimli, günlük yaşam içerisindeki koşuşturmaca da anlam mücadelelerimiz üzerinde durmaktadır. İnsanların konuşurlarken, belirli amaçlara hizmet eden söylemler içinden konuştuklarını, bu anlamda konuşmalarının belli amaçları olduğu üzerinde durur. İnsanların içinde bulundukları kültürden ve coğrafyadan ve geçmişlerinden bağımsız konuşamayacaklarını ve konuşmaların hep bir bağlam içerisinde anlam kazanıp değerlendiği ve eylem hali kazandığı üzerinde durur. Bu dilsel kaynaklar, açıklayıcı repertuarlar olarak adlandırılmaktadır. (12)Açıklayıcı repertuarlar, insanların belirli bir konuyla ilgili açıklamalarda bulunurken söylemler içinden çekip aldıkları cümle yapıları, anlam yapıları kısacası ulaşılabilir yegâne kaynaklarıdır. Konuşmalarımızda sürekli beliren belli konuşma yapıları ve açıklama biçimleridir. Kısacası her an başvurduğumuz anlam depolarımızdır. Bu yapılar bize ait bizim ürettiğimiz şeyler değildir. Tarihsel doğruda ilerleyen bizden öncekilerin sürekli kullandığı ve her devirde üzerinde tane tane eklenerek bugüne kadar birikerek gelmiş açıklama biçimleri kelimler, imajlar ve metaforlardır. Bu dilsel kaynaklar, dolayısıyla insanın içinde olan yapılar değildir. İnsanlar konuştukları söylemleri tarihsel bir çizgide nesilden nesile miras olarak alır ve devam ettirir ve üzerine sürekli ekler.Kişi konuşurken farklı söyle versiyonları kullanabilir, kendiyle çelişiyor gibi de gözükebilir bu esasında dilin ve insanda sabitlik aramanın anlamsızlığını da bize işaret eder. Bu bize ne kadar farklı bağlamlarda olduğumuzu ve farklı repertuarlar kullandığımızı ve farklı kimlik örüntüleriyle hareket ettiğimizi gösterir. Dili kişinin kendisini konuşma içerisinde nasıl savunma ve meşrulaştırma amaçlı icra edişinin en büyük göstergesidir kişinin. Bulunduğu kültürün ve coğrafyanın içinde ne kadar farklı kimlikler ve söylemler var ise kişi daldan dala geçer gibi kullanacaktır söylemleri, ve bu esnada bizde izleyebiliriz baskın ve alternatif söylemleri. Söylem psikologlarının araştırdığı bir sabitlik aramadan, gündelik hayat içerisinde insanların kendilerini nasıl ürettikleri ve neden o versiyon içerisinde o ana o versiyonu kullandıklarıyla ilgilenir.konuşmacıların neden diğerlerine göre belirli repertuarları çekip aldığıyla ilgilenir söylem analizi, bu repertuarı çekerek nasıl menfaat elde ettikleri ve bunun ona neler sağladığıyla ilgilenir. Araştırmacı metnin içine girebilmek için defalarca okumak gerekir. Çünkü bunlar kişinin hangi bağlamda kullandığı, temayı nere değiştirdiği ve nasıl inşa ettiği ancak dikkatli bir okumayla mümkündür. Kişinin konuşma üslubu, kullandığı benzetmeler açıklayıcı repertuarları verecektir.Açıklayıcı repertuarlar, özne konumlandırmaları ve ideolojik ikilemleri bakacağız metne dökülmüş konuşmalarımızda.Kişinin konuşmalarında kullandığı açıklamalarda kaç farklı repertuar kullanıyor. Metnin üzerinde kişilerin kendilerini nasıl açıkladıkları ve konumlandırdıkları ve konuşmada anlamları oluştururken kullandıkları zıtlıklar anlam ikilemleri bunların tespiti ve açıklamalarına yer verilecektir. ANALİZAçıklayıcı RepertuarlarÇocuk yapmanın nedenleri:
Çocuk yapma nedenleri olarak bir sürü açıklama getiriyor kişiler, daha muhafazakar düşünceler daha liberal ve özgürlükçü düşüncelerde mevcut, birkaç başlık altında inceleyeceğiz bu sebepleri.
Kişi, dini bir tema getiriyor, çoğalmak için çocuk , kalabalık bir ümmet olmak için çocuk ve evliliğin amacı olarak çocuk temasını getiriyor sebep olarak A: hıhıhhııııııı(gülerler(ikisi birden)) diyorum [yok(.) rahat olun şimdi mesela niye çocuk yapmak istediniz mesela yani (.)2sn duraksamaS: [hııı]A: [heralde bu]S:ben ilkönce bu inancımızla ilgili yani önce hadisi şerifte bu geçiyo evleniniz çoğalınız zira ben sizin ço çokluğunuzla diğer ümmetlere karşı övüneceğim diye peygamber efendimizin hadisi var yani biz ilk önce evlenirken zten bununla yola çıktık sonra amacımız zaten çocuk sahibi olmaktı A: [hıı] S güler heeeS: yani(.) hatta eee daha nişanlılık evresinde erşim çocukları severmisin diye sordu bana bende dedimki ne demek yani çocuk olmadan olurmu? Yani evliliğn amacı zaten benim içinÇocuk bir eve neşe kaynağı olacaktır : Çocuk bir evin neşesi, ve evliliklerin devamını sağlayan önemli bir faktördür. A:niye mesela bniye omadan olmazmı?] F: [olmaz]A: [niye]F:.bana göre olmaz o çocuk bence bana göre ee eski tabir ama evin neşesi bana göre bana göre evin neşisei gerçekten aileyi bağlayan bence o tabiî ki ee karakterinde zıt olmaması gerekiyor[A:kimle ney]Uyumu içinde anneyle babanın bu evliliğin yürüyebilmesi içinde çünkü çevremde görüyorum özellikle babamdan bahsetmek istiyorum babam mesela bizi sevmeseydi bizi çok seviyodu bizleri öyle seviyoduki her şeyi sizsiniz diyodu düşünün yani biz obnlara ne kadar çok ee biz onlara ne kadar karşıda gelsek ee yinede onlar bizi el üstünde tutuyodu düşünün yaptığımız hatalara rağmen(.) çocuk gerçekten bir evin neşesi gerçekten
Çocuğun nasıl bir his verdiği ama,
D.Yaşım 28 olduğu için mantıklı düşünmek durumundayım.önceleri derdim ki futbol takımı kadar olsun derdim hatta yedekleriyle. Çünkü geniş aileyi çok seviyorum özel günlerde bayramlarda birlikte olma olayı güzel geliyor bana. İyi günde kötü günde destek oluyor olması, seni karşılıksız seven birilerinin olduğunu bilmek gerçekten güven duygusunu yaşatır insana gibi geliyor bana. Kalabalık aileyi seviyorum ama senelerdir yalnız yaşadığım için o kalabalık fikri de zor gelmiyor değil. Yapmak istediklerim var kendimi geliştirmek istiyorum. Çocuk olduğu zaman ne kadar kendim olabilirim.hem anne olucam hem kocamın karısı olucam, hem de kendim olacağım. Çok fazla rol yüklenecek bunu kaldırabilir miyim bilmiyorum.o yüzden şimdi çok çocuk ulaşılabilir bir amaç gibi gelmiyor. Ama çocuğum olsun isterim. Ama yaşlanınca bana baksın gibi bir düşüncemden dolayı değil ama bana ait bir varlık özellikle sevdiğim bir insandan olan bir varlık, gelişiminde eee katkıda bulunacağım bir çocuk isterim.( çocuk bir aitlik ve sahiplik hissi verir, bana baksın diye çocuk yapmak düşüncesinden kaçınıyor.) Ü.benim için de doğru bir cümle bu gelişiminde rol oynayacağım bir varlık. Doğru. D.evet Ü.çocuk olursa gelişiminde katkıda bulunmak gerekiyor.(…) ikinci bir ben yaratmak değil. Gelişiminde katkıda bulunmak. İyi bir insan yetiştirmek, için çocuk yapmak:Dini bir tema getiriyor görüşmeci, dünyada iyi bir eser bırakmak. S:yani anne babanın zaten idealleri varsa zaten o çocukları dünyaya getirmekteki amacımız iyi bir insan iyi bir Müslüman olması için ıı iyi bir ,insan iyi bir kul olabilmesi için zaten amacımız buEşler arası ilişkiye heyecan getirmek evliliği güçlendirmek adına çocuk dünyaya getirmek.D:sen çocuk sahibi olmayı düşünüyor musun olcay?(.)Olcay.cocuğum olsun diye düşündün mü O:yani evet bi zamandan sonra çocuğum olmasını isterim. Ama evlendikten sonra en az bazı şeyler, ya da heyecanımın tükenmeye başladıktan sonra isterim D: Heyecanın tükenmeye başladıktan sonra? O:İlişkideki heyecanın tükenmeye başladıktan sonra olmasını istiyorum. Onu da ilişkiye yön vermesi, renk katması için.( çocuk heyecanı tükenmeye başlayan ilişkiye hayat verir) Çok çocuk yapmak, eğitimsizlik alameti, erkekliği göstermek gururlanmak için çocuk SE: şimdi şöyle bişey var A. Allah kadına da erkeğe de bi yaradılışında üreme hissi vermiş belki eğitimini alınca kendini kontrol altına alabiliyo insan belki hazırlıklı bi gelecek sunuyo eğitim almamış bi adam yapıyoda yapıyo yani( eğitim almamış insanlar korunma yollarını bilmiyor üreme hissine göre onlarca çocuk yapıyorlar)A: ya bunun için eğitim almaya gerek yok bence yani orda başka bişey var o adam 12 tane çocuk yapmış F: yo yo var SE:tamamenm üreme hissi var adam ne kadar çocuğum var köydeki bi adamın övünecek neyi olabilir?( köydeki adam çocuklarının çokluğuyla övünür.)G: Aynen öyle yapıyolar ha aynen öylşeA: neyiyle övünüyolar neyiyle SE: neyle çocuğuyla övünür belki kendini daha çok erkek hissediyo belki de yaniG: benim kaynanam 3.sü erkek olmasaydı ta oğlana kadar devam 3 tane ama Allahtan 3.sü olmuş ( çok çocuk daha güçlü erkeklik hissi veriyor) İleride ailesine baksın diye çocuk yapmakKonuşma daima 3. çoğul şahıs üzerinden bir bilinmeyen öteki herkes üzerinden ama kendilerini muaf tutarak sürdürülüyor. İnsanların yaşlandıklarına kendilerine bakmalarını istedikleri için çocuk yapmakla suçlanıyor. Ü.Bence de bu nokta çok önemli. Çocuk yapanların çoğu bunu düşünerek de yapıyor ben yaşlandığımda bana baksın, bana destek olsun,beni taşısın. D:Yani maddi olarak da etkisi var ama bir kız çocuğu da örneğin hastalanırsam ilgilensin gibi manevi bir düşünce ile de çocuğu olmasını ister. Ü.Evet manevi anlamda önemli.Yaşlılıkta yalnız kalmamak için çocuk yapmakİnsanlar menfaatleri üzre çocuk yapıyorlar. Yine fail bir diğerleri üzerinden kuruluyor. SE: ama dünyada zaten belli başlı meşgaleler var bunlardan biride çocuk çcocuğu olmayan biri naapcakki o yaşta A: bunun tersi nasıl?SE: ben şimdi çocuk yapsam yaşlansam , çocuk sevgisi ayrı bişeydir tatmadım daha ama yaşlandığım zaman etrafımda kalabalık bi ailem olmasını isterim yalnız kalmamak için ( yaşlılıkta insanlar yalnız kalmak istemez etrafında çocuklar olsun ister)A: he yalnız kalmamak için şeyler içinde aynı mesela (…) babanneler dedeler ninelr içinde şey torun yalnız kaldıklarında uğraşacakları bişey bilmiyorum nasıl diim ya biraz menfaat gibi her şey anne(..) dedini açamadığı hani kimseolmadığı için derdini kimseye açamadığı için çocuğuna kendini veriyor çocuğuna kendini adayarak hayata tutunuyo yani işte iyi büyütüyki ilerde çocuğundan yana iyi bişeyler alsın çocuğu ona baksın iyi bi evlat yetişsin iyi bi şekilde okusun içeri( bibaşka bayan girer) hocam hoş geldiniz çocuğunuz varmı?( çocuk aileler için menfaat sağlıyor, yaşlıları yalnızlıktan, anneleri dert ortağı aramaktan kurtarıyor) Evlilik demek çocuk demektir.Evliğin bir sonucudur çocuk insanlar çocuk yapmak için evlenirler. A: ee şey mesela niye mesela o dönemde hani benim aklıma evlilik deyince önce çocuk geliyo mesela Evlendikten sonra çevrenin baskısı sonucu çocuk yapmak zorunda kalmak veya düşünmek:Senin dışında gelişen bir şey buG: Ama burada da şöyle bir şey oluyor. Atıyorum şu an bekârken böyle bir şeyi konuşurken işte evlendiğin zaman aileler işin içine giriyor aslında bütün davranışlarımızı bu şekilde çevresel koşullar şekillendiriyor. Orda da onlar devreye giriyor bekârsan hani önce ne zaman evleneceksin? Evlendikten sonra ne zaman çocuğun olacak diye sürekli sana bunu dayatıyorlar E: eee sonra? Ne zaman G: sen artık hiç bu düşünceye sahip değilken bile şöyle düşünmeye başlıyorsun 30 yaşındayım acaba bir çocuk yapmalı mıyım gerçekten hani 40a geldiğim zaman belki hani şu anda çocuk yapma riski daha da yükseldi. Acaba erkenden bir çocuk doğursam mı gibi saçma sapan sorularla buluyorum kendimi ( hafiften gülme) Ama bu çok gerici bir şey hiç böyle bir düşünceye sahip değilken bile insanların sana tamamen söylemleriyle çocuk yapar hale dönüşüyorsun bu hale bürünüyorsun.Ebru: Hayatın akışıyla alakalı sanki evlenmelisin çocuk doğurmalısın işte işe girmelisin kariyer yapmalısın gibi böyle bir akış var. Çocuk demek sorumluluk demektir.
KAYNAKÇA
1- Çocuk ve Aile,2004 Psikolojik Danışmanlar Platformu S:71
2- Prof. Dr. İbrahim CANAN, KUR’AN’da Çocuk,2004
3- İslam ve Toplum, Türkiye Diyanet İşleri Başk.2007
4- Türkiye’de Çocukluğun Tarihi (İmge, 2005) ve Çocuk, Tarih ve Toplum (İmge, 2006),Bekir ONUR
5- Anne ve baba gözüyle “çocuk eğitimi” bir sosyal temsil ön çalışması,
Yrd. Doç.Dr. Bengi Öner, Kriz Dergisi 9(1): 40
6- TÜRK ATASÖZLERİ VE DEYİMLERİNDE AİLE VE AKRABALIK ANLAYIŞI, Doç. Dr NEVİN GÜNGÖR ERGAN, Türk Kültürü Kongresi Bildirileri Cilt II
7- Çocuğun Değeri,(1981),Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı
8- Bebek ve Çocuk Ölümlerinin Değerlendirilmesi,1998,Şebnem Taşkın, Nazlı Atak, ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ MECMUASI Cilt 57, Sayı 1, 2004
9- Anne ve baba gözüyle “çocuk eğitimi” bir sosyal temsil ön çalışması,
Yrd. Doç.Dr. Bengi Öner, Kriz Dergisi 9(1): 40,Akta: Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı
10- Meral POYRAZ, Babaların babalık rolünü algılamalarıyla, kendi ebeveynlerinin tutumları arasındaki ilişkinin incelenmesi, Gazi Üniversitesi, 2007
11- Doç. Dr. Serdar Değirmencioğlu, zorlanan Türkiye’de çocukları düşünmek, Evrensel Gazetesi
12- Niteliksel Araştırma Yöntemleri, Sibel A.ARKONAÇ
[ Üyelere Özel ] 16-07-2008 01:44:35
çok doğru şeyler bunlar çocuklar hak ettiği değeri gerçekten görüyorlarmı acaba
[ Üyelere Özel ] 15-07-2008 12:38:18
gercekten çocuğa değer verılmıyor.