Onlar Engelli Değil Engellenendir!

10-16 Mayıs tarihlerini kapsayan günler ''Engelliler Haftası''dır.
Türkiye nüfusunun yüzde 12'sini kapsayan engelliler, Engelliler Haftası'nı 10-16 Mayıs arasında çeşitli etkinliklerle kutlayacak. Engelliler Haftası yalnız ülkemizde değil Birleşmiş Milletlere üye 156 ülkede de kutlanmaktadır...
Engelliler Haftası, toplumun engellileri fark etmesi için düzenleniyor. Türkiye'de 8.5 milyon engelli var. Bu rakam Türkiye nüfusun yüzde 12'sine denk geliyor, özürlüler İdaresi'nin yaptığı araştırmaya göre; Türk halkının yüzde 40'ı toplumda ne kadar engelli yaşadığını bilmiyor. Yüzde 13.5'i de engelli sayısını 1 milyondan az sanıyor...
Peki, Engelliler Haftası boyunca neler yapılır ?
Engellilerin sorunları, önlenmesi ve engellilerin eğitimi konusu üstünde durulur. Radyo ve televizyonda konu ile ilgili programlar yayınlanır.
Bunlar yeterlimidir ? Elbetteki yeterli değil !!!
Herşey bir yana , çok önemli bir noktaya değinmek istiyorum; Fiziki durumu ne olursa olsun her insanın rahatça sokaklarda gezinebilmesi bir insanlık hakkıdır !
Fakat engelliler için mimari sorunlar hala çözülebilmiş değildir!
Umuma açık hizmet veren her türlü yapılar bu tarihten itibaren yedi yıl içinde özürlülerin ulaşabilirliğine uygun duruma getirilecekti. Özürlüler Kanunu uyarınca 07 Temmuz 2005 tarihli kanunun tanıdığı 07 Temmuz 2012 tarihinde kadar olan bu 7 yıllık süreç içinde süre dolana kadar yapılacakların tespit edilmesi, özellikle sorun yaratan ve tekrarlanan arabaların kaldırımlara park etmesi, kaldırımların çeşitli mobilya ve eşyalarla kapatılması, geçişi zor yolların, yüksek kaldırımların düzeltilmesi işlerinin belirlenip gerekli düzenlemenin yapılması lazımdı...
Kanunda şunlar belirtiliyor,
''5378 sayılı Özürlüler ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun 07 Temmuz 2005 tarihli ve 25868 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Kanunun geçici 2. maddesi hükmü uyarınca; kamu kurum ve kuruluşlarına ait mevcut resmi yapılar, mevcut tüm yol, kaldırım, yaya geçidi, açık ve yeşil alanlar, spor alanları ve benzeri sosyal ve kültürel alt yapı alanları ile gerçek ve tüzel kişiler tarafından yapılmış ve umuma açık hizmet veren her türlü yapılar bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yedi yıl içinde özürlülerin ulaşabilirliğine uygun duruma getirilmesi öngörülmüştür. Öngörülen süre 07 Temmuz 2012 tarihinde sona erecektir.''
Gelinen nokta ise hiçte iç açıcı değildir...Onlar engelli değil engellenendir !!!
Tek iyi yanı ise ; Mahkemeye verilebilecek olması...
Uzmanlar, Özürlüler Kanunu uyarınca 2005 yılında çıkan ve belediyelerin; engellilerin kullanımına göre yapılandırmasını öngören yasanın uygulanma süreci içinde kanun gereği yapılması gerekenlerin yapılmaması halinde, süreç sonunda belediyelere yüklü tazminat davaları açılabileceğini belirtiyor.
Belediyeler tarafından bütün yapıların engellilerin erişimine uygun olmasını öngören yasanın uygulanma sürecinin bitimine üç ay kalmasına rağmen hala düzenlemelerin yerine getirilmediği gözlemleniyor.
Başbakanlık Özürlüler İdaresi Başkanı Bekir Köksal, daha önce yapmış olduğu açıklamada 2005 yılında çıkartılan 5378 Sayılı Özürlüler Kanunu'nun Cumhuriyet tarihinde özürlüler için çıkarılan ilk yasa olduğunu ve özürlülere birçok hak tanıdığını ifade etmişti.
Özürlüler konusunda en büyük sorunun ulaşılabilirlik olduğunu kaydeden Köksal, "2005 yılında çıkan Özürlüler Kanunu kamu kurumları ve belediyelere özürlüler için gerekli düzenlemeleri yapmaları konusunda 7 yıllık bir süre verdi. Bu süre 2012 yılı Temmuz ayında doluyor. Bu süreden sonra kamu kurumlarında ve belediyelerde engelliler için gerekli düzenlemeyi yapmayan kurumları engelli vatandaşlarımız mahkemeye verebilecek. Bu konuda ne yazık ki özürlüler için yapılacak düzenleme çalışmalarında en büyük görev belediyelere düşmesine rağmen, belediyelerimiz yeterli çalışma yapmıyor" şeklinde açıklamalarda bulunmuştu.
Engellilerin İstedikleri:
* EŞİT EĞİTİM HAKLARINDAN YARARLANABİLMEK,
* TÜM YAŞAMSAL ALANLARIN, HERKES TARAFINDAN KULLANILABİLİR OLMASI ,
* SANATSAL, SPORTİF VE KÜLTÜREL ETKİNLİKLERİ BİRLİKTE PAYLAŞABİLMEK,
* TOPLU ULAŞIM ARAÇLARINDA BİRLİKTE SEYAHAT EDEBİLMEK ,
* OYUNU ENGELSİZ KULLANABİLMEK ,
* FARKINA VARILABİLMESİ ,
Bütün bunları isteme özgürlüğüne sahip olamazlar mı ?
Özgürlüğün tanımı : En genel haliyle, bağlı ve bağımlı olmama, dış etkilerden (etkenlerden) bağımsız olma, engellenmemiş ve zorlanmamış olma halini dile getirmek …
İnsan hakları dediğimiz şey başlı başına bir paradoks olmuyor mu? Hangi insanın hakkı ?
Yaşamın içerisinde var olma mücadelesi verirken, başkalarının koyduğu engellere karşı da savaşıyorlar!
Hep ''DAHA'' sını istemek acı veriyor !
Engelliler hep seslerini yükseltip, isyan ettiklerinde mi, bütün bu haklar yerine getirilip bazı şeyler değişmeye başlayacak? Bütün bu olumsuz yönde yaşatılanlar , bırakın fiziksel durumlarını! ruhlarını yoruyor, tüketiliyorlar! İstenilen bu belkide!
Yazımda Jiddu Krishnamurti'nin sözlerine yer vermek istiyorum...
Krishnamurti şöyle der :
''Dünya çok adaletsiz görünüyor. Filozoflar adalet hakkında konuşuyorlar. Toplum bilimciler adalet hakkında konuşuyorlar. Sıradan insan adalet istiyor. Ama yaşamda adalet var mı? Kimi zeki, rahat koşullar içinde iyi bir görünüme sahip yani istediği her şey var, bir diğerinde bunların hiçbiri yok. Biri iyi eğitimli sofistike, istediği her şeyi yapma özgürlüğüne sahip, diğeri sakat ya da zeka ve yürek yoksulu. Kimi yazma ve konuşma yeteneğine sahip, iyi bir insan, diğeri değil. Bu, gerçeğin, yaşam sevgisinin peşinde koşan felsefenin bir sorunu olmuştur. Belki de gerçek, yaşamda. Kitaplar da, fikirler de yaşamdan uzakta değil. Belki de gerçek, bulunduğumuz yerde ve nasıl yaşadığımızda. Çoğu insan için yaşam, çevresine bakındığında boş ve anlamsız görünüyor. Acaba insan adaleti bulabilir mi? Dünyada adalet var mı? Kimi açık tenli, kimi koyu tenli, kimi zeki, farkında, duyarlı, duygu dolu, güneşin batışının güzelliğinden, ayın parlaklığından, yakamozların suda dans edişinden haz alıyor, diğeri tüm bunların farkında bile değil. Kimi mantıklı ve sağlıklı, kimi değil. Ve kişi bir soru soruyor:
Dünyada adalet var mı?
''Yasaların önünde eşit olduğu varsayılıyor. Ama iyi avukat tutabilecek olanlar "daha eşit." Kimi zengin doğuyor, kimi sefalet içinde. Tüm bunlar gözlendiğinde dünyanın adaletsiz olduğu görülüyor. Peki adalet nerede? Görünen şu ki adalet yalnızca anlayışın, empatinin, şefkatin yani sevecenliğin olduğu yerde vardır. Sevecenlik acı çekmeye son verir. Sevecenlik bir dinden ya da bir tarikata bağlı olmaktan doğmaz. O-la-maz-sı-nız! Sevecen olabilmek için tüm koşullanmalardan tümüyle özgür olmalısınız. Böylesine bir özgürlük mümkün mü? İnsan beyni binlerce yıldır koşullandı, Bu bir gerçek. Sevecenliğin olduğu yerde zeka vardır. Ve bu zeka adaletin vizyonuna sahiptir.''
Adalet, berrak bir zihin ve sevecenliğin olduğu yerde başlar.
''Her birimizin farklı bireyler olduğuna derinlemesine koşullandık. Ama senin beynin, benim beynim diye bir şey yok. Ayrı değiliz. Her birimizin ayrı ruhlara sahip ayrı varlıklar olduğumuzu sanıyoruz. Biz bireyler değiliz. Binlerce yıllık insan deneyiminin, insan mücadelelerinin, insan serüveninin ürünüyüz. Koşullanmışız, bu yüzden özgür değiliz. Kavramlarla, fikirlerle, ideallerle, önyargılarla yaşadığımız sürece beyinlerimiz özgür olamaz. Bu yüzden de sevecen olamayız. Tüm koşullanmalardan özgür olunduğunda, kategoriler arasında sıkışmaktan özgür olunduğunda (uzmanlığın gerekli olduğu bazı durumlar dışında) paraya tapılmaktan özgür olunduğunda sevecenlik olabilir. Beyin koşullandırılmış olduğu sürece insanlık için özgürlük olamaz.
Birçok parçacığın bilincimizde birleşmesi değildir bütünlük.Yalnızca parçaları ele alıp bir şeyler yapmaya çalıştığınızda, daha fazla bölünmüşlük, daha fazla ayrılık ve daha fazla parçalar ortaya çıkacaktır. Yaşamın tüm hareketlerini bir bütün olarak, bütünsel olarak gözlemlediğinizde, yalnızca çatışma yok edici enerjisiyle birlikte ortadan kaybolmakla kalmaz aynı zamanda yaşama yepyeni bütünsel bir yaklaşım ortaya çıkar.''
Birey dünyadır ve dünya bireydir, İnsan, bilincinin içeriğidir.
Bu içerik tüm insanlığın ortak noktasıdır. Bu yüzden psikolojik olarak, içsel olarak kişi birey değildir. Dışsal olarak kişi birbirinden farklı görünebilir; beyaz, siyah, kahverengi, uzun, kısa, kadın, erkek olabilir ama içsel olarak benzerlik gösterir. Belki küçük farklılıklarımız var ama benzerliklerimiz incileri bir arada tutan ip gibidir.'' diyor...
Kamu kurum ve kuruluşlarının ve Özel sektörün de engelli istihdamı duyarlılığını artırmak için Sivil Toplum Kuruluşları ile birlikte çalışmalarının öneminin büyüklüğünü vurgularken tüm Engelli Camiasının 10-16 Mayıs Engelliler Haftası'nı kutlar, engellisine daha duyarlı bir toplum yaratmak dileğiyle, engelsiz bir yaşam dilerim.
Kaynak: Çiğdem Demirezen http://blog.milliyet.com.tr
Bende bir yumurta var; sende bir yumurta var.
Eğer sen bana bir yumurta verirsen,
Ben sana bir yumurta verirsem,
Sende gene bir yumurta; bende bir yumurta olur.
Şayet,
Sende bir bilgi var, bende bir bilgi var.
Ben sana bir bilgi verirsem,
Sen bana bir bilgi verirsen,
Sende iki bilgi, bende iki bilgi olur.
(Konfüçyüs)
Niye duruyoruz ki?..
Yorumlar (0)
Yorum yapanları görebilmek ve yorum yapabilmek için üye girişi yapmanız gerekmektedir.