11-07-2009 |

Oğullarına Aşık Anneler

Anne olmak bambaşka bir duygu; erkeklerin anlamadığı belki de hiçbir zaman anlamayacağı bir duygudur. Anne olmanın bir kadının yaşayabileceği en güzel duygu olduğunu söyleyenler de vardır. Anne demek, bu dünyaya kendinden bir parça bırakmak, biyolojik anlamda türün devamını sağlamak demek.

Yaklaşık 9.5 ay yaşanan hamilelik döneminde çekilen bin bir zahmet, bin bir cefa ( gerçi çocuk dünyaya geldikten sonra bunların hiçbiri hatırlanmazmış ) ; bunların yanında yaşanan heyecan ve mutlulukla dünyaya getirilen bir evlat. Evlat evlattır, erkeği de aynı, kızı da der çoğu anne, der demesine ama eğer dünyaya getirilen bebek bir erkek çocuğu ise, özellikle de geç gelen bir çocuksa anne daha bir bağımlı olur. Özellikle bağımlı diyorum, bağlılık ile bağımlılık arasında kesin sınırlar bulunur. Anne bu aşamada bir çok misyon üstlenir kendine. Hayatının her aşamasında onun yanında olacaktır. Kötü de olsa, yanlış da yapsa ona göre oğlu mükemmeldir. Yanlışlarını, hatalarını görüp, kabullenmez hiçbir anne. Toz kondurmaz üstüne, gerer kanatlarını üzerine gerebildiği kadar. Bu denetimli, aşırı koruyucu tutumla yetişen çocuk, ayakları üzerinde yaşamayı bir türlü öğrenemez; tek başına, özgürce karar vermeyi öğrenemediği gibi. Böyle bir çocuğun olgunlaşmasını beklemek doğal olarak bizi yanılgıya düşürür. Anne bunu aslında bilinçli bir şekilde gerçekleştirmez. Bu tip davranışları sürdürürken oğlunun ileri ki yaşamında böyle yaklaşımları diğer insanlardan da bekleme eğiliminde olabileceğini hesap etmez hiç. O anneliğin getirdiklerini fazlasıyla uygular; hiç esirgemeden, hiç sakınmadan devamlı verir koşulsuz sevgisini ve de fedakarlığını.

Derken oğlu büyür, büyürken annenin kanatları da onunla beraber büyür. Hala onu yönlendirmeye, korumaya- belki de şımartmaya-devam eder. Ta ki oğlu aşık olana kadar sürer bu durum. Anne devreye girer hemen, ikinci plana atıldığını hisseder, paylaşmak istemez oğlunu bir başkasıyla, onun için yabancıdır bu kişi. Kendi verdiklerini oğluna verip veremeyeceğinin, onu kendisi kadar mutlu edip edemeyeceğinin kaygısını yaşar içten içe. Bu kaygının da yöneldiği insan, oğlunun sevdiği kişi veya eşi olunca tehlike çanlarının sesi uzaktan duyulmaya başlar. O, oğlunun mutluluğunu devam ettirmek isterken, mutsuzluğuna zemin hazırladığını fark edemez.

Anne onu bir türlü beğenmez, inanmaz oğlunu kendisi kadar mutlu edebileceğine. Bir çok kadını tedirgin eder böyle bir annenin varlığı. Semra Hanımı hatırlayınız, uzunca bir süre gündemde kalmış ve bir çok insan tarafından eleştirilip, kınanmıştı. Hiçbir kadın bu derece müdahaleci bir anneye sahip erkeği istemez. Çünkü bilir ki böyle bir anne, her an, evde huzursuzluk ortamı yaratabilecek potansiyele sahiptir. Anne, oğlunun eşinin daha iyi olmasını, her konuda eksiksiz ve dört dörtlük olmasını ister. Canından çok sevdiği oğlunu artık eskisi kadar yönlendirip, istediği gibi kontrol edemez. İstediği şekilde kontrol edemediği oğlunu, onun eşini kontrol etme çabasına-mücadelesine- dönüştürür.

Diğer kültürlere baktığımızda gelin-kaynana münasebetlerinin onların anonim eserlerinde veya şarkılarında bizdeki kadar yer tutmadığını görürüz. Bizim kültürümüzde fazlasıyla karşılaşılan bu durumun onlarda çok da fazla görülmemesi, müdahaleci yaklaşımlarının olmamasına bağlanabilir. Bireyselciliğin ön planda olduğu ve devamlı desteklendiği batı toplumunun aksine bizim kültürümüzde, şiirlerimizde ve türkülerimizde yer alan olumsuz kayınvalide imajını, oğullarına aşık annelerin yerleştirdiğini söylemekle umarım annelerimizi incitmiş olmam.

Ama her şeye rağmen bütün bu çekişmelerin ve mücadelelerin yanında anne fedakarlığını unutmak veya arka plana atmak mümkün değildir. Başta kendi annem olmak üzere, fedakar olan tüm annelerin ellerinden öperek “anneler günü”nü kutluyorum. En içten sevgi ve saygılarımla

Yaşar DİLBER
Psikolojik Danışman/Rehber Öğretmen

Yorumlar (0)

Henüz yorum yapılmadı
Üyelik Gerekli

Yorum yapanları görebilmek ve yorum yapabilmek için üye girişi yapmanız gerekmektedir.

Muhasebe Meslek Elemanı