Kendini Tanımak

İnsan kendini nasıl tanır?Bir insan kendini nasıl tanır? Bu soruyu kıdemli asistanım Nurtaç Yelden sorduğunda önce tüm bildiklerimi unuttum. Birkaç haftadır bu sorunun bana düşündürdüklerini paylaşıyorum. Öncelikle bu sorunun bana göre temel cevabını vereyim.
Bir turnusol kâğıdını nasıl asite soktuğumuzda kırmızı, baza soktuğumuzda mavi olursa, insan da kendisinin farklı ortamlara girdiğinde verdiği farklı tepkilerle kendini tanır. Basit bir şekilde dağa tırmandığımızda bundan hoşlanıyorsak ya da matematikle uğraştığımızda bundan hoşlandığımızı anlıyorsak, neden hoşlandığımızı anlamanın yolu, yeni bir şeyler denemektir. Buradaki püf noktalarından bir tanesi, birinci denemede bunu anlayamayız. Bu işi sürdürmemiz gerekir. Örneğin, hiç araba sürmemiş birisi, ilk araba sürme denemesinde olasılıkla bu işten zevk alamaz; çünkü bu motor beceriye sahip olmadığından zorlanır ve keyfini kaçırır. Ne zaman araba sürme işine hakim olur; o zaman araba sürmenin kendisine zevk verip vermediğini söyleyebilir. Öyleyse insanın neyi sevip sevmediğini anlaması için denemeler yapması ve bu denemeleri önyargı evresini geçinceye kadar sürdürmesi gerekir.
İnsanın kendini tanımasıyla ilgili süreçte en önemli maddelerden bir tanesi, başkasının gözüyle kendisini görebilmesidir. Örneğin, birisi kendi gözüyle yaptığı işlerde kendisini son derece yetersiz hissediyor olabilir. Bu konuda dışa vurmamaya çalıştığı bir aşağılık kompleksi geliştirmiş olabilir. Fakat dışarıdan tam tersine son derece becerikli ve yeterli görünüyor olabilir. O zaman çevredeki insanların bizi nasıl gördüklerini de düşünmeliyiz. Bizi nasıl gördüklerini öğrenmenin iki yolu var. Birincisi sorarsak söylerler; bazen sormasak da söylerler; ikincisi ise hiç sormadan onların değerleriyle bizi nasıl gördüklerini düşünmemizdir. Bu çalışma hakkında dikkatli olmak gerekir.
Çünkü bizi dışarıdan gören bir nesnel (objektif) olmayabilir; önyargıları olabilir. Dolayısıyla dışarıdan bizi gören birinin değerlendirmelerini olduğu gibi doğru kabul etmek uygun olmayabilir. Bir taraftan da dışarıdan bizi gören birinin bazen acıtıcı yorumları canımızı sıkar ve onları duymak ve kabul etmek istemeyiz. Burada insanın kendisine dürüst olması gerekir.
Kendini tanımanın bir yolu da, bir olay yaşandıktan sonra insanın toplama çıkarma işlemindeki gibi olayın altını çizip, şimdi ne oldu? "Benim bu olayın gelişmesine olumlu/olumsuz katkım nedir?" şeklinde bir muhasebe yapmak, insanın kendini tanımasına yardımcı olur.
İnsanın kendisini tanımasının çok ilginç ve eğlenceli bir yöntemi de, insanın kendisiyle söyleşi yapmasıdır. Bir söyleşide bir taraf durmadan soru sorar; diğeri de cevaplar. Bu yöntemde kendini tanımaya çalışan kişi, ikisini birden yapar. İşte size bazı sorular: Ben kimim? Amacım ne? Benim bu evrendeki görevim nedir? Beni neler üzer? Neler sevindirir? Neler kızdırır? Benim temel değerlerim ne? Yaşamımı sürükleyen şey ne? Benim lokomotifim nedir? Beni çekip götüren, beni heyecanlandıran nedir? Yaşamımda bir mucize olacak olsaydı, bu ne olurdu? Planlama becerilerim nasıl? İletişim becerilerim nasıl? Hobilerim, çalışmadığım zamanları değerlendirmek için geçirdiğim uğraşlarım neler? Nasıl sorun çözüyorum? Zorluklara nasıl tepki veriyorum? Nelerde başarılıyım? Nelerde başarısızım? Zayıf yönlerim ve üstün yönlerim neler? Öldüğüm zaman ne ile hatırlanmak isterim? m.arat@zaman.com.tr
Bu yazı Melih Arat'ın Zaman Gazetesindeki Köşesinden Alınmıştır.
[ Üyelere Özel ] 02-08-2009 19:07:49
Bir gün bir profesör, masasının üzerinde birkaç kutu olduğu halde felsefe dersindedir. Ders başladığında, hiçbir şey söylemeden, önüne büyükçe bir mayonez kavanozunu alır ve içerisini tenis topları ile doldurur.Ve öğrencilere kavanozun dolup dolmadığını sorar, Öğrenciler ittifakla kavanozun dolduğunu ifade ederler,
Bu sefer profesör önündeki kutulardan bir tanesinden aldığı çakıl taşlarını, çalkalayarak kavanoza döker, böylece çakıl taşları kayarak, tenis toplarının aralarındaki boşlukları doldurur.
Ve öğrencilere tekrar kavanozun dolup dolmadığını sorar, Onlar da evet' doldu derler.
Tekrar profesör masanın üzerindeki diğer kutuyu eline alır ve içindeki kumu yavaşça kavanoza döker. Tabii ki kumlar da çakıl taşlarının aralarındaki boşlukları doldurur. Ve tekrar öğrencilere kavanozun dolup dolmadığını sorar,Öğrenciler de koro halinde 'evet' derler.
Bu sefer profesör masanın altında hazır bekleyen 2 fincan kahveyi alır ve kavanoza boşaltır, kahve de kumların arasında kalan boşlukları doldurur.
Öğrenciler gülerler!
Profesör öğrencilerin gülüşünü destekleyerek 'eveet' diyerek; ben
bu kavanozun sizin hayatınızı simgelediğini ifade etmeye çalıştım der.
Şöyle ki; Bu tenis topları hayatınızdaki önemli şeylerdir; dininiz,ibadetleriniz, aileniz, çocuklarınız, sıhhatiniz, arkadaşlarınız ve sizin için önemli olan şeylerdir. Şayet diğer şeyleri kaybetseniz de, bu önemli şeyler kalır ve hayatınızı doldurur.
O çakıl taşları ise daha az önemli olan diğer şeylerdir; işiniz, eviniz, arabanız vs. Kum ise diğer ufak tefek şeylerdir. Şayet kavanoza önce kum doldurursanız... diye, anlatmaya devam eder, çakıl taşlarına ve özellikle de tenis toplarına yeterli yer kalmaz.Aynı şey hayatımız için de geçerlidir. Vaktinizi ve enerjinizi ufak tefek şeylere harcar, israf ederseniz, önemli şeyler için vakit kalmayacaktır. Dikkatinizi mutluluğunuz için önem arz eden şeylere çevirin. Çocuklarınızla oynayın. Sıhhatinize dikkat edin. Eşinizle yemeğe çıkın. Evinizin ihtiyaçlarını karşılayın. Öncelikle tenis toplarını kavanoza yerleştirin.Öncelikleri, sıralamayı iyi bilin. Gerisi hep kumdur.
Bu ara bir öğrenci parmağını kaldırır ve sorar; Pekiyii, o iki fincan kahve nedir?
Profesör gülerek:
Bu soruyu sorduğuna sevindim. Hayatınız ne kadar dolu olursa olsun, her zaman dostlarınız ve sevdiklerinizle bir fincan kahve içecek kadar vakit ayırın !!!