08-04-2013 |

İnanç ve Mutluluk

  Bu dünyaya hiç kimse bir tercih hakkıyla gelmez. Ancak kendini yaşarken bulur. Bunu fark ettiği andan itibaren de sanırım herkesin tek amacı mutlu olmaktır. Tabi ki herkesin mutlu olma yolu insanın çeşitliliği kadar farklı olacaktır. İlahi kitaplara göre Ademoğlu bu dünyaya sürgün edilmiştir. Cennetteki sınavı geçemediğinden sınava yeniden tabi tutulmak üzere gönderilmiştir. Bu teoriye inananların sınavda oldukları bilinciyle sürekli gergin ve bir ödev yapma telaşı içinde olduklarına tanık oluruz. Onların asıl hedefi öbür dünyada mutlu olmak üzerine kurulu olduğundan bu dünyada gevşememeli, rahat olunmamalı, büyük bir ciddiyet ve sorumluluk içinde yaşanmalıdır. Çünkü bir sınav bunu gerektirir. İnanç gereği ikinci başarısızlık durumunda cennetin kaybı ve cehennem cezası sözkonusudur. Bu yüzden din inancına sahip bazı radikallerin eğlence, zevk ve sefaya dair davranış ve faaliyetleri günah, haram ve yasak ilan etmelerini bu bağlamla ilişkilendirebilir. Böylelikle onlar bazı davranış ve faaliyetleri öbür dünya sefası için gerekli olduğuna inandıkları görev sorumluluklarından alıkoyacağı endişesiyle özdenetimin ötesinde kuralsal bir sisteme dahil etmişlerdir.

     Bu dünyaya gelirken hiçbir insan tercih yapamaz. Ancak kendini varolmuş görür. Bilimsel çevreler hayatın ve dünyanın oluşumu hakkında henüz net bir fikir ortaya koyamamıştır. Bilimi dini inançtan daha önde tutanların bu dünyayı bir sınav olarak görmemeleri yaşam tarzlarını ciddi anlamda etkiler. Bu da yukarıda söylediğimiz gibi eğlenceye, zevke ve sefaya yönelik davranışları dini çevrelerde olduğu gibi sınavlarından, cennete giden yollarından, ebedi mutluluk gayelerinden alıkoyan bir durum olarak görmezler. Aksine eğlenmemenin, rahatlamanın, zevk ve sefanın aşırıya kaçmadığı sürece insanın temel gereksinimlerinden biri olarak görürler. Dolayısıyla da olanakları elverdikçe kendilerini tatmin edecek iş uğraş ve faaliyetleri yapmayı seçerler. Yani insana haz veren davranış ve faaliyetlerin belli ölçülerde olması durumunda haram, helal, günah ve yasak gibi kavramlarla ilişkilendirilmemesi gerektiğini savunurlar.

    Tarihsel süreçlerde insan davranışlarını anlamaya çalışan araştırmacıların ulaştıkları sonuç: insanın ihtiyaçlarını giderip, amaçlarına ulaşıp, hedeflerini gerçekleştirdiğinde tatmin olduğu dolayısıyla da mutlu olduğu yönündedir. Bunu biraz açarsak başarılı ve doymuş insanın genelde mutlu olduğunu söylemişlerdir. O zaman bir insanın nasıl mutlu olacağını anlayabilmemiz için öncelikle ihtiyaç ve amaçlarını ortaya koymalıdır. Sonrada bunları ne zaman, nerede, nasıl ve hangi araç ve yöntemlerle gerçekleştireceğini bilmesi gerekir. 

Her insanın maddi ve manevi ihtiyaçları vardır. Maddi ihtiyaçlar dediğimizde yeme, içme, giyinme, barınma, korunma vb.. ihtiyaçlar aklımıza gelir. Manevi ihtiyaçlar dediğimizde ise sosyal ve duygusal ihtiyaçlar yani zevkler, yetenekler, ilgiler, sevme, sevilme, inanma, kabul görme, birlikte yaşama vb ihtiyaçlar aklımıza gelir. 

      Bir insan maddi ve manevi ihtiyaçlarını doyurduğu zaman kendini güçlü, tok, yeterli ve rahat hisseder. Aksi durumda kendini yetersiz, mahrum, zayıf ve huzursuz hisseder. Her insanın genelde bir takım amaç ve hedefleri olur. Bir insan amaçlarını gerçekleştirip hedeflerine ulaştığında kendini başarılırı hisseder. Aktif bir yaşantıya sahip olur. Kendine güvenir. Çevresi ona saygılı önemli ve işe yarar bir gözle bakar. Olaylara, durumlara, tehlikelere ve hastalıklara karşı daha direngen olur. Aksi durumda insan amaçsız ve hedefsiz olduğunda pasif ve tembel olabilir. Kendine güvenmez, çevresi ona boş, işe yaramaz gözüyle bakar, sorun ve olaylara karşı daha dirençsiz olur. 

Bu aşamada sormamız gereken iki soru: bir insan ihtiyaçlarını sorun yaşamadan nasıl tatmin edebilir? Ve yine bir insan amaç ve hedeflerine sapmadan nasıl ulaşabilir? Sanırım bu sorulara net bir cevabı kimse veremez. Ancak kuvvetli bir ihtimal dahilinde bazı tercih ve davranışları yaptığımızda mutlu sona ulaşmamak içinde bir neden yoktur. Bir insan öncelikle kendi kişisel kaynaklarını yani mali durumunu, zamanını, mekanlarını, hayat felsefesini, zevklerini ilgilerini, yeteneklerini ve ölçütlerini iyi bilmeli ve farkında olmalıdır. Çünkü ihtiyaç ve amaçlarımız kendi kişisel kaynaklarımızla ne kadar uyumlu olursa bunların gerçekleşme şansı o kadar yüksek olur. Diğer bir değişle bir şeyi nerde ne zaman kimle kaça ve ne için yapacağımızı bilmek başarı şansımızı oldukça yükseltirken başarısızlık ve hayal kırıklığına uğrama sansımızı en aza indirger. 

   Sonuç olarak, her insanın bir inancı bir ideolojisi olabilir. Ki bu durum yaşamda sorumluluk alıp etkin olabilme açısından son derece gereklidir. Din ve diğer inançlarda radikalizme kaçmanın insanın tutum ve davranışlarını çeşitli nedenlerle kısıtlayabilir, hareket alanımızı daraltabilir her türlü aşırılığı ret ederek toplumsal hoşgörü ve esnekliğe açık olmanın yaşamda daha mutlu olabilmemiz açışından daha tercih edilebilir bir seçenek olduğu açıkça görülmektedir.                                                                                       

Yorumlar (1)

[ Üyelere Özel ] 11-04-2013 16:45:53

.

Üyelik Gerekli

Yorum yapanları görebilmek ve yorum yapabilmek için üye girişi yapmanız gerekmektedir.

Sosyal Hizmet Uzmanı