15-12-2008 |

Benim Bir Meleğim Var

BENİM BİR MELEĞİM VAR

Bütün annelere çocukları kıymetlidir bilirim. Hepsi birbirinden tatlıdır, canıdır insanın, biricik aşkı. Kızını da sever insan, severde; babalar için nasıl kızlar daha kıymetliyse anneleri içinde oğulları daha da bir kıymetlidir nedense. Hep bir oğlum olsun istemiştim içten içe ve o güzel oğul sonunda kucağımdaydı işte. Yaramaz ve dünyalar güzeli kızımdan sonra o kadar efendi ve masumdu ki, onu gördüğüm anda âşık oldum. Zaten hamileliğimde düşük yapacağım diye beni çok korkutmuştu, kaybetme korkusu beni daha da bağlamıştı O’na beklide. Bazen korkardım bu kadar mutluluktan, masal gibiydi çünkü. İkinci yıla doğru bir gariplik hissetmeye başladım. Normalde bana çok düşkün olan oğlum benden uzaklaşmaya başlamıştı. Gözlerime bakmıyordu eskisi gibi, sıcacık değildi gülümsemesi, hatta hiç gülümsemiyordu bile. Kütsümü acaba bana dedim önceleri, sonra odasına kapatıp kendini hiç çıkmamaya başladı, sürekli kendi etrafında dönmeye başladı, çevresine ve ismine bile duyarsızlaştı giderek. Artık bir duvardan farksızdı. Yemek yediğinde kusuyor, geceleri uyumuyor, anlamsız çığlıklar atıyordu. Bir kez bile kucağıma alamadım aylarca. Dayanamıyordum acıya artık, tükenmiştim. Bu sürecin ortasında farklılığın farkına vardım yani O’nu alıp tanıdığım bir çocuk nörologuna götürdüm. Baba beni öldürecekti neredeyse. Çünkü erkekler hiç konduramıyorlar. Sanki hastalığı ben icat ettim gibi öfke duydu bana hatırlıyorum, götürme dedi götürme. Biz varlıklı ve güçlü bir aileydik nede olsa, bize yakışmazdı böyle rahatsızlıklar babamıza göre. Ben gizlice alıp götürdüm oğlumu. O günü asla unutmama asla. Profesör bana; bunu söylememek için çok uğraştı ama maalesef oğlumuz bir “otistik” dedi. Bu ömür boyu sürecek bir süreç ve çok güçlü olmalısın dedi bana. O an bir oğluma bir doktora baktım, ,ç,m parçalandı, yüreğim parçalandı. Kulaklarım uğulduyor, ayakta zorla duruyordum. Ama gülümsedim, başaracağım dedim. Kurtaracağım oğlumu, kur-ta-ra-ca-ğım. Ben onun annesiyim O’nu çekip kurtaracağım o boşluktan. O anki üzüntüyle kendimi nasıl sıkmışsam, üzüntüden tam 15 gün sesim kısıldı. Neden ben dedim, neden biz. Biz ne yaptık, bir hatamız mı oldu, günahımız mı vardı. İlk gittiğim doktordan sonra üç doktora daha götürdüm çaresizce. Ama sonuç değişmedi. O güçlü eşimin bağırarak ağladığına şahit oldum. Kalk dedim eşime, gözlerini sil ve mücadeleye başladık. Kendimizi hiç salmadan, birbirimize suç atmadan, var olan rahatsızlığı öncelikle kabullenerek. Sonradan anladım ki günah ya da suç meselesi değil bu. Çok suni ve kirli bir dünyada yaşıyorduk ve çocukların genleri dayanamıyordu bu bozulmuşluğa bu kadar basit.  Oğlumuza her şeyi baştan öğretmek zorundaydık artık. Çünkü beyin sıfırlamıştı kendini. Birimiz önüne topu koyuyor, diğerimiz oğlumun bacağını tutup topa vuruyordu ayağını, diğerimizde karşıdan topu kapıp yerden “oleyyy” diye bağırıyordu. Birimiz yemek tabağını tutuyor, diğerimiz oğlumun elini kaşıkla tutup yemeğini ağzına koyduruyor, diğerimizde bir kusma kabını hemen havada hazır tutuyordu. Çünkü iki kaşık yiyip, kusuyordu. Bu da otizmin bir sonucuydu maalesef yemekleri çiğnemediği için lapa yapıyorduk her şeyi. Altını sürekli ıslatıyordu ve çamaşır yetiştiremiyorduk. Kakasını yapıyor bazen eliyle oynuyordu onunla. Evde her şeyi kemiriyordu hiç durmadan. Onun doğması şerefine aldığımız yepyeni eşyalar delik deşik olmuştu. Işıktan, sesten, insanlardan akla gelebilecek her şeyden korkmaya başlamıştı. Artık hiç kimseyle görüşemiyorduk. Dışarıya gittiğimizde herkes bize bakıyordu örneğin. Ama biz umursamıyorduk o gözleri, bütün dünyamız oğlumuz olmuştu çünkü. Bu süreçte insanların çaresizlikten otlara, ilaçlara, akla gelebilecek her türden yola başvurduğunu gördüm. Maddi manevi kullanıldıklarına şahit oldum. Bu tür özel çocukları olan insanların çoğunun çocuklarıyla beraber kendilerini eve hapsettiklerini gördüm. Ya da çocuğun anneye bırakılıp babaların kendilerini dışarıya vurduğunu gördüm. Biz öyle yapmadık. Hep birlikte olduk eşimle oğlumuzu kimseden saklamadık, kimse ailemizden önemli değildi. Dışarıya lokantalara yemek yemeye giderdik, bütün lokanta bize bakardı biz gülümserdik. Bize neydi onlardan. Markete götürürdüm oğlumu bütün rafları yıkardı oğlum, çığlık atardı, diğer insanlar tuhaf tuhaf bakarlardı, umurumda bile değildi. Ben oğlumu kurtaracaktım kim ne derse desindi. Saçlarımı yoldu, yüzüm tırmıklardan harita gibi oldu, gözümü morarttı herkes eşimden dayak yedim sandı bu yüzden, umursamadım bile. Bende bir öğretmendim, her gün işimi en iyi şekilde yaptım. Her gün saçımı özenle taradım, makyajımı yaptım, gülümseyerek dolaştım. Asla pes etmedim oğlumdan hiç utanmadım, hiç birimiz utanmadık. Asla. Oğlumun yüzünü avuçlarımın içine alıp defalarca “oğlum bize geri dön” dedim. Hiç bakmadı önceleri, beni tırmaladı, çığlık attı. Şimdi ise bana “anne” deyip sarılıyor. Artık gözlerini benden kaçırmıyor, artık kusmuyor, çişini tuvalete yapıyor, çığlık atmıyor, ağlama nöbetleri geçirmiyor, evde dışarıda lokantada oturup yemeğini kendisi yiyor, konuşmaya çalışıyor yavaş yavaş, artık top oynuyor, yüzüyor, üzerini yardımla da olsa giyip çıkarabiliyor. Bizden asla kaçmıyor, hatta tepemizden inmiyor. Bize komiklikler yapıyor, h,ç gülmeyen oğlum o kadar çok gülüyor ki, bizleri de kırıp geçiriyor gülmekten. 5 yaşında ve anaokuluna gidip gelebiliyor. Nasıl başardık biliyor musunuz? O’nu çok sevdik, asla yanında rahatsızlığından bahsetmedik, kimseye de bahsettirmedik, yok saydık hastalığını, karı koca asla yanında kavga etmedik, kızım benim meleğim oğlumla durmadan oyunlar oynadı ve O’nu çok sevdi. Kendine güvenmesini sağladık. Bir şeyi deneyip yapamadığında O’nu yüreklendirdik, moralini bozmadık, hep sen “harikasın” dedik. Çocukların anlamadıklarını sanıyoruz ama onlar her şeyi anlıyorlar. En önemli püf noktası otistik çocuğunuzu asla kendi haline bırakmayacaksınız, dalmayacak. Sürekli onu meşgul edebilmek çok önemliydi. Dalıp gittiği her dakika beyni sürekli siliyor bir şeyleri. Bütün bunların dışında sürekli olarak eğitim merkezlerinden eğitim aldırdık ve daha da önemlisi orada yapılan faaliyetleri evde sürekli tekrarladık. Daha doğal besinlerle beslemeye çalıştık, fırsat buldukça dağlara ormanlara gezmeye gidip temiz hava almasını sağladık. Doğayla temas etmesi çok önemliydi çünkü. Benim oğlumu kurtarmama ramak kaldı. Şimdi sizler de karar vereceksiniz. Hiçbir şey yapmayıp ömür boyu ağlayacak mısınız? Yoksa savaşıp ileride çocuğunuzdan olan torunlarınıza bu hikâyelerimi anlatacaksınız? Bu süreç uzun ve zor en iyi bilenlerdenim. Ama imkânsız değil. İnanın değil. O minik yürekler için lütfen sizler de savaşın… 

Zeytinburnu RAM Sevgi Mektupları Projesine gelen mektuplardan…(www.zeyram.com)

Yorumlar (0)

Henüz yorum yapılmadı
Üyelik Gerekli

Yorum yapanları görebilmek ve yorum yapabilmek için üye girişi yapmanız gerekmektedir.