|

Başkalarını Anlamaya Çalışmak Üzerine Öneriler

Kendisini başka birisinin yerine koyabilen ve aklının nasıl çalıştığını anlayan bir kimse, istikbalin kendisi için ne sakladığını merak etmekten uzak kalır.  Owen Young

Başkalarını anlamak bilgelik,kendini anlamaksa aydınlanmaktır!..

             İnsanları sevebilmenin ve onlarla iletişim kurabilmenin yolu onları anlayabilmekten geçer. İnsanları anlamının en önemli ön koşulu ise empatik olabilmek ve onların ne istediklerini bilebilmektir. Eğer o insanın yerine kendinizi koyamaz ve onun ne istediğini öğrenemez iseniz asla onu anlayamazsınız ve ona hiçbir şey yaptıramazsınız.

           Empati (eşduyum, duygudaşlık) başkaları ile olan duygusal ilişkiyi ifade eden bir sözcüktür. Kabul gören tanımına göre, bir kişinin kendini bir başkasının yerine koyabilmesi ve bu yolla onun duygu, düşünce, tutumları ve yaşantısını anlayabilmesidir.

            Başkalarını anlamaya çalışmak, aslında bizim insan doğamıza uygun bir çabadır; çünkü insan, ancak insanla var olandır. Karşımızdakini suçlamak yerine, sadece “ben dili” ile duygu ve düşüncelerimizi ifade edebilmeyi başarmak, kendimizi anlatabilme başarısı açısından doğru bir adımdır. Bunun yanında, bu yol, başkalarının duygu ve düşüncelerini anlamak için doğru bir yol değildir. Burada “ben”i bir süreliğine terk etmek ve karşımızdaki insan gibi duyumsamaya, düşünmeye çalışmak gerekir. Bu; o insanın davranışlarını anlamak için gereklidir. Sadece “ben” dili kullanıldığında, başkalarının önemi kalmaz. Ben dilini sadece kendinizi ifade ederken kullanmalısınız.

            Başkalarını anlamanın yolu, bize ait olan yargılardan geçici bir süre için bile olsa uzaklaşmayı başarmaktan geçer. Fakat bu; çocuklar için geçerli değildir.

Çocuklar duyguları anlamada başarılı olmalarına rağmen, empatik iletiler yapmada başarılı değillerdir. Boşanma, ölüm gibi sevilen kişinin kaybı sonrasında, kendini suçlayan çocuklara yabancı değiliz.Bu nedenle çocuklardan empatik olmalarını beklemeyiniz.

Başkalarını anlama girişimi, gerçekten değerli bir çabayı başlatır. Kendinizi, bulunduğunuz konumu, değer yargılarınızı hatta önyargılarınızı, bazen de sizi siz yapan her şeyi geçici bir süreyle bir kenara bırakmanızı gerektirir. Üstelik bu girişim asla yeterli değildir. Karşımızdakini anlamayı başardığımızda, nasıl tepkiler vereceğimizi bilemeyebiliriz. Çocuğumuzun, eşimizin, dostumuzun içinde bulunduğu koşulu, duygusal durumu çözümler ve belki onların duygularını benzer olarak yaşarız. Bununla birlikte, anlaşıldığını hissettirmeyi başarı ile yapamayabiliriz. Acısını o derece içinizde hisseder ve üzüntüsünü yaşarsınız ki, ağzınızdan gayri ihtiyari şu yanlış sözcükler dökülüverir: Takma kafanı, millet neler çekiyor! Oysaki ihtiyaç duyduğu sadece, seni anlıyorum sözcükleri ve bunu ifade edebilen davranış biçimidir. Patronsanız, işçinizin isyanındaki onuru; baba iseniz, çocuğunuzun bencilliğindeki var olma savaşını anladığınızda ve anladığınızı iletebildiğinizde savaşlar biter. Onların tek derdi vardır sizler tarafından fark edilmek ve anlaşıldığını hissetmek.

            Başkalarını anlamaya başladığınızda;

Güvensizlikler, öç alma ya da cezalandırma arzuları kaybolmaya başlar.

 Hal ne olursa olsun, hepimizin başkalarını anlama becerimizi geliştirmemiz gerekiyor. Sessiz, saklı veya aşikâr kavgaların, her türlü terörün, saldırganlığın, yıkıcı öfkenin; duygusal ve sosyal yaşamımızdan uzaklaşmasının belki de tek panzehiri budur: Başkalarını anlamak.Sadece anlamak ve anladığımızı hissettirmek.

            Başkalarını anlayabilmenin ön şartı olumlu düşünmek ve olumlu yaklaşım becerisi kazanmaktan geçer. Olumlu düşünce ve yaklaşım anlamayı kolaylaştırır, sizi bilgeliğe adım adım yaklaştırır ve rahmet kapılarının açılmasına olanak sağlar. Tasa, kaygı ve korku olumlu yaklaşım becerilerinin engelleri olduğu gibi anlamayı da güçleştirerek bilgelik yolunda ilerlememize engel olur. Kendi hatalarını düzeltmeyen kendi hatalarını sorgulayamayan ve anlayamayan başkalarının hatalarını anlayamaz ve düzeltmesi için öneride de bulunamaz.

            Mesela oğlunuzun sigara içmesini istemiyorsanız. Ona nasihat etmek yerine örnek olmayı tercih edin. İlk önce siz sigara içiyorsanız sigarayı bırakmalısınız. Çünkü nasihatler örnekler kadar etkili olamaz. Siz sigara içmediğiniz halde oğlunuz sigara içiyor olabilir. Bu durumda ise oğlunuzun ilgilendiği spor dalı hakkında ve bu dalda başarılı ya da başarısız olmuş sporcular hakkında bilgi sahibi olun. Sigara içen insanların bu spor dalında ne kadar başarısız olduklarını anlatın. O kişilerin yaşam hikâyelerini okumayı sağlayın. Çünkü arzu ve istekler davranışların kaynağını oluştururlar. İş, ev,okul vb. alanlarda en fazla önemsenecek hareket,başkasında kuvvetli bir istek uyandırmaktır.Her kim bunu başarırsa dünyayı yanında bulacaktır.Başaramayanlar ise yapayalnız kalacaklardır hayatta.

            Hiç unutmam İl Merkezine uzak bir köy okuluna teftiş için gitmiştik. Sanıyorum 2000’yi yılların başı idi. Teknolojinin hayatımızın ortasına oturduğu, insan ilgi ve ihtiyaçlarının arttığı bir dönemdi. Gittiğimiz okulun bulunduğu köy il merkezine uzaktı ama küçük bir ilçenin ise yakınındaydı.Ben ve yanımdaki arkadaş öğretmenlerin köyde ikamet etmelerini istiyor,öğretmenlerin köyde ikamet etmelerinin köy halkı ve öğrenciler açısından yararlarını anlatıyorduk.Oysaki köyde öğretmenlerin ikamet edebileceği ve hayatlarını rahatlıkla sürdürebileceği bir ev bulmak imkansız gibi bir şeydi.Öğretmen arkadaşlarımız internet,televizyon ve gazeteye ulaşmak istiyorlardı.En azından sabahları fırından sıcak bir ekmek alıp kahvaltı yapabilme derdinde idiler.Israrla ilçe merkezine geliş gidiş yapabilmek ve ilçede ikamet etmek için izin arayışındaydılar.Biz onları doğru düzgün dinlemiyorduk bile.Hatta ileri giderek 1980’li yıllarda yani 20 yıl öncesi bizimde köylerde zor şartlarda öğretmenlik yaptığımızdan dem vuruyorduk.”Biz sizden kötü şartlarda idik,elektrik ,su ve telefon ,yol yoktu”diye 20 yıl öncesinden örnekler veriyorduk çünkü empatik değildik.Ön yargılarımızdan ve kendi yaşam birikimimizden kurtulamadığımız için sağlıklı bir iletişim kuramıyorduk.Oysaki bizim köyde ikamet ettiğimiz 1980 ‘yi yıllarda ne televizyon vardı, ne internet,ne gazete..Ne de ilçeye rahatlıkla günlük geliş gidiş yapılabilecek bir araç.Şartlar tamamen farklıydı.Biz hala 20 yıl önceki tarihsel şartlarla karar vermeye çalışıyorduk.Beraberimdeki meslek ağabeyime sakin bir zamanda bunu açıkladım.Her hadisenin her talebin kendi tarihsel şartları içerisinde yorumlanması gerektiğinden bahsettim.Sonunda öğretmen arkadaşlarımıza ilçe merkezine geliş gidiş izni çıkarıldı.

Eğer karşınızdakini anlamak istiyorsanız ön yargılardan ve yaşam birikiminizden uzaklaşmalısınız. Kendi yaşam biçiminiz,birikiminiz ve ön yargılarınızla dinlediğiniz insanları anlayamazsınız.Halen çocuklarımıza öğüt vermez miyiz?”Biz küçükken ne defterimiz ne kitabımız ne ayakkabımız vardı.Sizler çok şanslısınız.Biz okula yürüyerek gelir giderdik”gibi laflar etmez miyiz? Elbette hepimizde bu tarz davranışlar az veya çok var. Allah aşkına 30 yıl öncesi ile yaşadığımız yılı yorumlamak ne kadar sağlıklıdır?Biz okula yürüyerek gittik.Çünkü o yıllarda araç sayısı oldukça azdı.Şimdi tramvay var,raylı sistem var,otobüs var,var oğlu var.Bizim çocuklarda bütün bunlara rağmen okula yaya mı gitsin.Sırf biz 30 yıl önce okula yaya gittik diye.Ya da”Bizim zamanımızda dershanemi vardı?Siz çok şanslısınız.Hala başarılı olamıyorsunuz?Bizim zamanımızda dershane yoktu ama SBS ve LYS sınavlarına giren bu kadar öğrenci de yoktu.Kısacası her mesele kendi tarihsel şartlarında ve kendi tarihsel imkanları içerisinde değerlendirilmeli.Bunu becerebilirsek eşimizi,çocuğumuzu ya da sevdiklerimizi daha iyi anlayabileceğiz.

            Telefon ve iletişim araçlarının yaygın olmadığı hala mektubun önemli bir iletişim aracı olarak kabul edildiği dönemlerden birinde yaşayan zengin bir babaanne büyük bir kentte üniversite okuyan torunlarının kendisine mektup yazmamasından yakınıyordu. Torunlarının okul ve eğlence hayatı o kadar yoğundu ki. Mektup yazmaya fırsatları yoktu hakikaten. Babaanne torunlarına kısa bir mektup yazdı ve postaladı. Çevresindekilere ilk posta ile mutlaka cevap alacağını söyledi heyecanla. Babaanne torunlarına yazdığı mektupta;”Torunlarına biner lira para yolladığını ”belirtti.Ancak mektubun içerisine havale kağıdı koymadı.Torunları ilk posta ile hemen mektuba cevap verdiler.Torunlar mektupta” babaannelerini unutmadıklarını,ancak okullarının yoğun olduğunu belirttiler,ayrıca yolladığı biner liranın kendilerine ulaşmadığını da” eklediler.Sizde birine bir şey yaptırmak isterseniz.Bunu bir an düşünün ve kendinize sorun.Bu insanın bu işi yapmayı istemesini nasıl sağlayabilirim?

            Günümüzün satıcılarına bir bakın. Bütün gün dolaşıyorlar yoruluyorlar ama başarılı olamıyorlar. Çünkü hep kendi isteklerini düşünüyorlar. Tek bir istekleri var birilerine bir şeyler satabilmek. Anlamadıkları nokta ise şudur. Biz bir şey satın almak istersek gider alırız. Satıcı bize mal satmaya uğraştığı sırada biz kendi meselelerimizi halletmekle meşgulüz. Oysa satıcı bize mal satmaya çalışmak yerine malından nasıl faydalanacağımızı anlatmış olsa  bize bir şey satmak için ter dökmesine gerek bile kalmaz. Çünkü biz koşarak gider alırız.Unutmayın bir alıcı kendisine bir şey satılmasından asla hoşlanmaz.Bir şeyi satın almaktan hoşlanır.

            Dale Carngige ‘de okumuştum bu hikayeyi.Bir baba sürekli çocuğunun yemek yemediğinden şikayet ediyordu. Annesi ve babası olarak çocuğu yemek yemeye zorluyor ve azarlıyorlardı. Babası onun yemek yemesi halinde büyük adam olacağını söylüyordu ama çocuk ona aldırmıyordu. Hiç kimse üç yaşındaki bir çocuktan otuz yaşındaki bir insan gibi düşünmesini beklememelidir. Ancak anne ve baba çocuktan otuz yaşındaki gibi düşünmesini ve algılamasını istedikleri için bir çatışma oluşuyordu. Bir gün baba meseleyi kavramaya başladı. Kendi isteklerini bir kenara bırakıp çocuğun ne istediğini anlayama çalıştı.

            Babanın bu şekilde düşünmeye başlaması iyi bir adımdı aslında. Ama bu o kadar kolay değildi. Çocuğunu daha yakından izlemeye başladı. Çocuğun üç tekerlekli bir bisikleti vardı. Bisiklete binmek çocuğun en büyük zevki idi. Fakat komşularının bir çocuğu vardı.Bu çocuk bisikleti alıyor ve onu bütün zevkinden mahrum ediyordu.Çocuk bisikleti alınınca ağlıyor annesi bisikleti geri alıyor ve çocuğu tekrar bindiriyordu.Bu olay hemen her gün tekrarlanıyordu.Çocuğun isteği üç tekerlekli bisikletine rahat rahat keyif alarak binebilmekti belli ki.Çocuk bu durumdan rahatsızdı kendisinden büyük olan komşusunun çocuğuna karşı kızgınlık besliyordu.Ancak ondan daha cılız olduğu için bisikletini savunamıyordu.

            Babası çocuğu yanına oturttu. Çocuğa önüne konulan her yemeği yerse kuvvetleneceğini böylece komşunun çocuğunun bisikletini elinden alamayacağını ve bisikletine rahat rahat binebileceğini anlattı. Çocuğun yemek yememe sorunu böylelikle çözülmüştü. Çünkü çocuğun ne istediğini öğrenmişti

            Baba bu seferde başka bir mesele ile karşı karşıya kalmıştı. Çocuk geceleri yatağını ıslatıyordu. Çocuk geceleri büyük annesi ile yatıyordu. Büyük annesi her sabah yatağın halini görünce kızıyor. Dün yaptığını bugün de yapmışsın diyordu.Fakat çocuk itiraz ediyordu.Ben yapmadım! Sen yaptın! Diyordu.

            Çocuğu azarlamak ve mahcup etmek onun yatağını ıslatmasını engelleyememişti. Anne baba bu seferde çocuğu bu huydan vazgeçirebiliriz diye düşünmeye başladılar. Baba artık temkinli idi önce çocuğun arzusunu anlamaya çalıştı. Çocuk öncelikle büyük annesi gibi entari değil babası gibi pijama giymek istiyordu. Çünkü o erkek çocuğu idi.Yine çocuk büyük annesi ile değil ayrı ve kendine ait bir karyolada yatmak istiyordu.Büyük annesi ona geceleri yaramazlık yapmaması karşılığından pijama almıştı.Daha sonra annesi çocuğu bir mağazaya götürdü.

            Anne tezgâhtar kıza bakarak;

            -Şu küçük centilmen alış veriş yapacak dedi.

            Annesinin önceden beğendiği ve kızlara işaret ettiği bir karyolayı çocuğa gösterdiler. Tezgahtar kızlarda çocuğu bu karyolayı almaya ikna ettiler.Ertesi günü karyola eve gönderildi.Akşamleyin babası eve geldiğinde çocuk kapıya koşarak;

            -Baba yukarı gel  adığım karyolayı görmeni istiyorum diye bağırdı.

            Babası karyolaya bakarken çocuğa sordu.

            -Bu yatağı da ıslatatacak mısın?

            Çocuk kendin emin bir şekilde cevap verdi.

            -Asla!

            Çocuk sözünü tuttu. Çünkü yatak kendine aitti. Ayrıca yatağı da kendisini satın almıştı.Yine büyük erkekler gibi pijama giyiyordu.Bu nedenle büyük adam gibi hareket etmesi gerektiğinin farkında idi ve öylede yaptı.

            Başkalarını anlamak için

            Empatik olun, öncelikle onun isteğini anlamaya çalışın ve onda şiddetli bir istek uyandırın. Bunu başarırsanız herkes sizinle beraber olacaktır emin olun. Aksi takdirde yapayalnız kalırsınız.

            Karşınızdakinin ne isteklerini bilmeden sadece kendi isteklerinizi ileri sürmeniz hayatta sizi gerçekten yalnız bırakacaktır.

            Başkalarını anlamamızı engelleyen bazı engeller vardır. Bu engelleri ortadan kaldırmak ya da en aza indirmek hem kendimizi anlamamızı hem de başkalarını anlamamızı kolaylaştıracaktır.

            1.Genelleme; Bizim geçmiş yaşantımızdan getirdiğimiz birikimler sonucu doğru olarak kabul ettiğimiz önermelerdir. Örneğin;”Bütün kısa boylulardan korkmak gerekir”.”Sarışın insanlar çok tehlikelidir”.”Beyaz yüzlü insanlara güvenmek gerekir”.”Kısa boylu insanlar çok kurnazdır”.Bu ve benzer tür genellemeler her zaman doğru olmayabilir. Her insan için geçerli değildir ve bizleri ön yargılara götürür. Ön yargılar ise bizim hem kendimizi özellikle başkalarını tanımamızı, anlamamızı baltalar ve zorlaştırır. Genellemelerden uzak durunuz. Her önerme ve genelleme herkes için geçerli değildir. Her insanı kendi şartları içinde değerlendirmelisiniz.

            2.Yaygın tutumlar: Düşüncelerimize yerleşmiş ve bizim dışa yansıyan görünümümüzü çevrelemiş bir özelliktir. Yani kalıplaşmış düşünce ve davranışlarımızdır. Bunlar genellikle ağızdan ağza yayılarak bize kadar ulaşmışlardır. Hiç kimse bu tutumların doğru ya da yanlış olduğunu araştırmamış ve sorgulamamıştır. Bu tür tutumlar başkalarının bireysel farklılıklarını görmemizi engeller onlar hakkında yanlış kararlar vermemize ve onlarla ile ilgili ilişkilerimizde hata yapmamıza neden olur. Örneğin” Bütün denizciler Karadenizlidir”.”Kayserililerin zeki çocuklarını tüccar yaparken, daha az zeki olanları memur yaparlar”. “Erzurumlular çok iyi avcıdır”.şeklindeki yaygın inanış ve tutumlar başkalarını anlamamızı ve onlar hakkında doğru kararlar vermemizi engeller.

            3.Neden sonuç ilişkisinde bozukluk:”Bak annen senin yüzünden hastalandı”.”Babamın ölümüne sen sebep oldun”.”Başımı ağrıttın artık git”.Bu tür düşünceler nedenleri saptırarak sonuçlarını saptırdığımız nedenlere bağlamamıza neden olur. Çünkü hiç kimse kimsenin başını ağrıtamaz, ona hasta edemez. Bu tür ifadeler karşımızdakinin kendisini suçlu hissetmesine de sebep olabilir.

            4.Aklından geçenleri bilme: Bir kimsenin yaşantısını, davranış ve düşüncelerini ondan daha iyi bildiğini iddia etmektir.”Sen beni ağabeyimden az seviyorsun”.”Bana kızgın olduğun için borç para vermiyorsun”.”Müdüre yaranmak için erken geliyorsun”.Şeklindeki tutum ve düşünceler başkalarını doğru anlamamıza engeldir ve sağlık iletişim kurmamızı oldukça zorlaştırır. Bu tür tutum ve düşüncede iseniz başkalarını dürüst olmamakla, bilinç düzeyi düşük olmakla veya yalan söylemekle suçlama ihtimaliniz var demektir. Çünkü kimse kimsenin aklından geçeni bilemez. Hiç bir insanın ya da aracın insanın aklından geçenleri okuyabilme özelliği de yoktur.

 

            Mehmet TUNGA

            Eğitim Müfettişi

          www.analitikegitim.com

Yorumlar (0)

Henüz yorum yapılmadı
Üyelik Gerekli

Yorum yapanları görebilmek ve yorum yapabilmek için üye girişi yapmanız gerekmektedir.

Bilgi İşlem Destek Uzmanı