İslam ve Türk Tarihinde Saglik ve Psikolojik Tedavi
İslâm'in genel olarak ilme verdigi önemin bir sonucu olarak tip ilmi de hizli bir şekilde gelişmiş, henüz hicrî 1-2. asirlarda Islâm dünyasinin önemli ilim dallarindan birisi haline gelmiştir. Peygamber Efendimiz (s.a.s)'in "Allah yaratmiş oldugu bütün hastaliklar için şifa da yaratmiştir."(1) hadisi dogrultusunda Müslümanlar bütün hastaliklar için, çareler aramişlardir. Ayrica Peygamber Efendimiz (s.a.s)'in tipla ilgili birçok tavsiyeleri bir araya toplanmiş, "et- Tibbü'n-Nebevî" ismiyle çeşitli kitaplar yazilmiş ve hadis kitaplarinin bölümlerinden birini "Kitabü't-Tib-Tib Bölümü" oluşturmuştur.
Tip ilmine gerekli önemi veren Peygamber Efendimiz (s.a.s)'in, basit manada da olsa, ilk tedavi merkezlerini kurdugunu söyleyebiliriz. Zira, bazi seferlerinde Rasülullah (s.a.s)'in, savaş esnasinda yaralananlarin tedavisi için cephe gerisinde bir çadir tahsis ettigi, Rufeyde el-Eslemi, Ümeyme bint Kays, Ummü Atiyye el-Ensariyye, Ummü Sinan el-Eslemiyye, Ummü Süleym, Ummü Eymen ve Nüseybe el-Maziniyye (Allah onlardan razi olsun) ve diger bazilarinin savaşlarda hemşirelik, hastabakicilik ve hekimlik yaptiklari bilinmektedir.(2)
Peygamber Efendimiz (s.a.s)'in bütün hastaliklarin şifasinin bulunduguna dair müjdesi dogrultusunda Müslümanlar daha ilk devirlerden itibaren tibba ve saglik müesseselerinin kurulmasina öncülük etmişlerdir.
Ilk Hastahaneler
Islâm'in, "Insanlarin en hayirlisi insanlar için en faydali olandir."(3) prensibi uyarinca Islâm dünyasinda birçok sosyal yardim müesseseleri ortaya çikmiştir. Bunlarin en önemlilerinden biri de hastahanelerdir. Islâm tarihinde, temeli vakiflara dayanan hastahaneler "Darü'ş-Şifa, Darü's-Sihha, Darü'l-Afiye, Bimaristan, Bimarhane Maristan, Daru't-Tib ve Şifaiyye" gibi isimlerle anilirlar . Islâm tarihinde tipla ilgilenmeyi Peygamber Efendimiz (s.a.s) devrine kadar götürmek mümkünse de tam teşkilatli ilk hastahanenin hicrî 88 (M. 707) tarihinde Şam'da Emevî halifesi Velid b. Abdülmelik tarafindan tesis edildigi bilinmektedir. Bununla beraber Islâm hastahanelerinin en parlak devri daha sonra, Abbasiler döneminde gerçekleşmiştir. Nitekim Harun er-Reşid'in, yapilan her caminin yaninda bir hastahanenin açilmasi için emir verdigi rivayetler arasindadir.(4)
Will Durant, Abbasî devrindeki saglik hizmetleri ve hastahaneler hakkinda bize şu bilgileri vermektedir: "O devirde Islâm dünyasinda 34 hastahane vardi. Bildigimiz en eski hastahane Bagdat'ta Harun er-Reşid tarafindan kurulmuştu. X. yy. da beş hastahane daha açildi. 918 yilina ait bir kaynakta, Bagdat hastahaneleri müdüründen bahis vardir, Islâm aleminin en büyük hastahanesi ise 706'da Şam'da kurulmuştur. 978 yilinda bu hastahanede çalişanlarin sayisi 24 idi. Tip ögretimi daha çok hastahanelerde yapiliyordu. Imtihandan geçmeyen ve devlet tarafindan verilen diplomaya sahip olmayan kimse asla hekimlik yapamazdi. Eczacilar, kirik-çikik işleriyle ugraşanlar da devletin kontrolü altindaydilar. Hekim-vezir Ali b. Isa 931 yilinda tedavi için şehirden şehire dolaşmak maksadiyla, özel bir doktorlar birligi kurmuştu. 931 yilinda Bagdat'ta 860 diplomali hekim vardi." (5)
Abbâsiler döneminde gelişen hastahaneler daha sonra hemen hemen her tarafta vakif olarak ortaya çikti.
"Selçuklular zamaninda da gelişmesini devam ettiren bu hastahanelerden; Şam, Bagdat, Musul ve Mardin'de inşa edilenleri pek meşhurdur.
"Hastahaneler, Selçuklular devrinin önemli sosyal yardim müesseseleridir. Anadolu Selçuklulari XII. yy. dan itibaren hastahane yapmaya başlamişlar ve bu saglik kuruluşlarina Daru'ş-şifa, Daru's-sihha, Bimaristan, Maristan gibi isimler vermişlerdir. Selçuklu hastahaneleri başlangiçtan itibaren tip ögrencilerine teori ve pratigi beraber gösteren tip fakülteleri gibi çalişmişlardir. Mesela, Kayseri'de Gevher Nesibe tarafindan 602/1205'de, Sivas'ta Izzeddin Keykavus tarafindan 614/1217'de yaptirilan hastahaneler, bitişigindeki tip medreseleri ile yekpare binalar olarak hizmet görmüşlerdir."(6)
Selçuklular döneminde Anadolu'da yapilan önemli Daru'ş-şifalar şunlardir: Kayseri'de Gevher Nesibe (1205), Sivas'ta Izzeddin Keykavus Şifahanesi (1217), Divrigi'de Turan Melik Darü'ş-Şifasi (1228), Konya Darü'ş-Şifasi (1219-1236), Çankiri'da Atabey Cemaleddin Ferruh Darü'ş-Şifasi (1235).(7)
"Iktisadî ve kültürel bakimdan çok ileri bir durum arzeden Selçuklu Devleti'nde tababet o derece ehemmiyet kazanmişti ki, hemen her şehir ve kasabada mevcut hastahanelerde tedavi meccanî olup, her birinin büyük vakiflari vardir."(8)
"Selçuklular, saglik hizmetlerini yürütmek için sadece hastahane yapmayi yeterli görmemişler, nerede sicak ve şifali bir su kaynagi bulmuşlarsa orayi derhal imar ederek bu sulardan istifadeyi düşünmüşlerdir."(9)
Osmanlilar'da da sosyal yardim kurumlari arasinda saglik kurumlari oldukça boldur. Osmanlilar'da ilk hastahanenin, devletin kuruluş yillarinda Sultan Orhan tarafindan Bursa'da açildigi bilinmektedir. Böylece devletin tipla olan ilgisi daha o zamanlarda ortaya çikmiş olmaktadir. Bununla beraber Osmanlilar'in, tam teşkilatli diyebilecegimiz ilk hastahanesi Bursa'da 801 (M.1399) tarihinde Yildirim Bayezid tarafindan şehrin dogusunda, Uludag'in eteginde kurulmuştur. 1400 senesi Mayis'inda, Bursa kadisi Molla Fenarî Mehmed b. Hamza tarafindan vakfiyesi tertip edilmiş olan bu hastahanede vazife görmek üzere Sultan Bayezid, Memlük hükümdari Zahir Berkuk'tan üstad bir tabip göndermesini rica etmiş, o da Şemseddin Sagîr isminde bir tabip yollamiştir.(10)
Ayrica Osmanlilar'da medreselerin bünyesinde açilan Darü't- Tip'lar, tip tahsili yaptirmakla beraber, devrinin en gelişmiş hastahanelerine de sahip bulunuyorlardi.(11)
Osmanlilar'da kurulan önemli hastahaneler olarak Bursa'da Yildirim Bayezid (1339), Istanbul'da Fatih (1470), Edirne'de Bayezid (1488), Istanbul'da Haseki, Hürrem Sultan (1550), Manisa'da Sultan III. Murad (1591), Istanbul'da Sultan Ahmed (1671) hastahaneleri zikredilebilir.(12)
Alman Seyyahi Fugger, 1589'da Istanbul'da 100 hastahane oldugunu belirtiyor. Y. Öztuna bu rakami mübalagali bulursa da bu rakam Istanbul'da çok sayida hastahane bulundugunu göstermektedir. IV. Murat zamaninda (1623-1640) Istanbul'da 9 hastahane ve 19 imaret bulundugu ise, resmî kayitlardan anlaşilmaktadir.(13)
Hastahanelerdeki Durum
Hemen her büyük vakifta, bir Bimarhane veya Daru'ş-şifa denilen hastahaneler bulunurdu. Osmanlilarda hastahanelerin ekserisi, tip medreselerinin tatbikat yerleri idi. Selçuklularda oldugu gibi, Osmanli medrese hastahaneleri de çok zengin akarlara sahipti ve hiçbiri devletçe yaptirilmamişti. Hepsi hayir sahiplerinin eseri idi. Haseki, Guraba ve Şişli Etfal hastahaneleri, bu vakif hastahanelerin günümüzde de hizmet vermeye devam eden örnekleridir.(l4)
"Daru'ş-şifaya müracaat eden fakir hastalar zamanlarinin en hazik ve tecrübeli doktorlari, göz hastaliklari mütehassislari ve cerrahlari tarafindan muayene ve tedavi edilmekte ve ilaçlarin en pahali ve iyilerinden faydalanabilmektedirler. Hastahaneye yatirilanlar da orada her türlü ihtimami görmekte, çamaşirlari ve kendileri yikanmakta, türlü devalar, şerbetler ve kuvvet ilaçlari ile hastalara şifa imkanlari saglanmaya çalişilmaktadir. Ölenler için teçhiz ve tekfin masraflari da, bu hastalara gösterilen ihtimamlarin son bir alametidir. Hastaliklari zamaninda daha fazla yardima ihtiyaci olan yoksul kişiler için ümit ve teselli kaynagi, bir siginak vazifesini gören Darü'ş-şifalarin gerçek bir hayir ve şefkat müessesesi olarak vazifelerini gördüklerine şüphe yoktur."(15)
"Islâm alemi, hastahanelerinin kalitesi ve teçhizati bakimindan da dünyaya öncülük ediyordu. 1160'ta Nureddin'in, Şam'da kurmuş oldugu hastahane üç asir boyunca bedava hasta tedavi etti ve ilaç dagitti. Bu hastahanenin bacasinin tam 270 yil hiç sönmeden tüttügü söylenir. Kahire'de 1285'te yapilan hastahane Ortaçagin en büyük hastahanesiydi. Hastahane, şadirvanlarla serinletilmiş büyük bir avlunun etrafina yapilan dört binadan meydana geliyordu. Çeşitli hastaliklar için ayri ayri bölümler oldugu gibi, nekahet devresini geçirenler için de ayri bir kisim vardi. Hastahanenin laboratuvarlari, perhiz mutfaklari, banyolari, kütüphanesi, mescidi, konferans salonu vardi. Burada genç-yaşli, kadin-erkek, zengin-fakir, esir-hür farki gözetilmeksizin herkes tedavi edilirdi. Hastahaneden taburcu edilen herkese hemen işe başlamamasi için, ayrica para da verilirdi. Uykusuzluktan izdirap çeken hastalara musiki dinletilir, özel şahislar bunlara hikayeler anlatirdi. Islâm ülkelerinin büyük şehirlerinin tamaminda ruh hastalari için özel yerler vardi."(16)
"Halife ve sultanlar, vücuda getirdikleri hayir müesseselerini hükümdar saraylarina has mobilyalarla tefriş etmişlerdi. Devletin en yüksek memuriyetlerindeki uyuma ve ikamete mahsus odalari süsleyen bütün konfor, halka tamamen açik bulunan hastahane tesislerinin, hasta odalariyla yatak ve banyolarina naklolunmuştu."(17)
"Yalniz halife ve sultanlar degil, hususî servet sahipleriyle meşhur astronom Sabit b. Kurra'nin oglu Sinan b. Sabit, torunu Sabit b. Sinan gibi doktorlar, köylere kadar uzanan seyyar saglik istasyonlarinin yaninda umumî hastahanelerden başka hapishane hastahaneleri de vücuda getirdiler. Vezir ibn Furat, memurlarinin parasiz muayene ve tedavileri için 923 yilinda Bagdat'ta bir poliklinik tesis etti."(l8)
Hastahanelerin büyük bir kismi vakif hastahanesi oldugundan, hastahanelerde nelere dikkat edilecegi ve hastalara nasil davranilacagi da bizzat vakif tarafindan tayin edildiginden bu prensiplere muhalefet mümkün degildi. Bir vakif hastahanesindeki durumu göstermesi bakimindan Misir Kölemenleri hükümdarlarindan Sultan Kalavun'un kurup vakfettigi hastahanenin vakfiyesini nakletmek istiyoruz: "Ben bu hastahaneyi Müslümanlarin, kadin-erkek hastalarinin tedavi edilmesi için inşa ettim. Gerek servet sahibi zenginlerden, gerek muhtaç ve fakirlerden Kahire'de ve etrafinda oturan veya oraya dişaridan gelenlerden cinsleri, hastaliklari ve dertleri ne olursa olsun, genç-ihtiyar herkes orada tedavi olabilir. Kadin-erkek bütün hastalar, tedavileri bitip iyileşinceye kadar orada kalirlar. Orada tedavi için hazirlanan her şey ücretsiz sarfolunur. Yerli ve yabanci ayri tutulmaz, hiçbirine ayri muamele edilmez. Mütevelli bu vakfin gelirinden hastahanenin ihtiyaçlarini karşilar, hastahane için gerekli olan karyola, yatak, yorgan gibi ihtiyaçlari temin eder. Her hastaya, haline uygun olan ve hastaligin gerektirdigi karyola ve yaygilarini hazirlar. Onlardan her birinin tedavisi ile ilgilenir onlara son derece hayirhah davranir..."(19)
Hastahanelerdeki konforu göstermesi açisindan S. Hunke'nin zikrettigi ve ortopedik tedavi gören bir hastanin babasina yazdigi bir mektup da kayda deger. Işte mektubun bazi bölümleri:
"Babacigim; benden para getirmenin lazim olup olmadigini soruyorsun. Taburcu edilirsem hastahaneden bana bir kat yeni elbise ve hemen çalişmaya başlamak zorunda kalmayayim diye beş altin verecekler. Onun için süründen davar satmana gerek yok. Ama beni burada görmek istiyorsan hemen gel... Başhekim bir gün sonra ayaga kalkabilecegimi ve çok geçmeden taburcu olabilecegimi söyledi. Ama canim buradan çikmak istemiyor. Yataklar yumuşak, battaniyeler yumuşak ve kadife gibi, çarşaflar bembeyaz. Her odada akar su var. Soguk gecelerde her oda isitiliyor..."(20)
Doktorlarin Özellikleri
Hastahanelere alinan doktorlarin durumuna da son derece dikkat edildigi, ehil olmayanlarin ve hastalara şefkatle yaklaşmayacak olanlarin hastahanelere alinmadigi görülmekte, hekimlerin dikkat edecegi hususlar da açikça belirtilmekteydi.
Haseki Sultan'a ait, 958/1551 tarihli bir vakfiyede; Darü'ş-Şifa'nin idaresinin ve hekimin hastahanede hastalarla olan münasebetlerinin ve meslegiyle ilgili meselelerin nasil olmasi gerektigi hususunda şu şartlar zikredilmektedir: "Vâkife Hazretleri şart etmiştir ki, iki nefer hazik, riayet ve inayete layik, fetanet ve kiyasetle maruf, hazakat ve ferasetle mevsuf, tip ve hikmet kanunlarini bilen, onlarin bilumum meselelerini tafsilati ile ihata eden, mizaç ahvalinin hususiyetlerini anlayan, ilaç tertip etmekte mahir olan, şurup ve macunlarin ahvalinde tecrübeli, onlarin, hastalarin ahvaline mülayim veya mübayin olanlarina vakif, iş görme ve birçok tecrübelerle ilimlerini tekid etmiş ve türlü ahvâl ve atvâl müşahedesiyle mariflerini ilerletmiş, ilim tahsilinde ve tatbikatta zamanlar geçirmiş, onlari tamamlama hususunda vakitler harcamiş kimse doktor olup, bunlardan her biri serin kalpli, kerîm ahlâkli, güzel huylu, endişeden uzak, iyi iş yapar, ince kalpli, uysal, akraba ve ecanib hakkinda hayir diler, nasihatte tatli dilli, hoş sözlü, güler yüzlü, makbul huylu olmalidir. Hastalardan her birine candan dost gibi, re'fet ile nazar eder, onlari asik surat ile karşilamaz, onlara az da olsa vahşet ve nefret uyandiracak söz söylemez. Zira sözde bulunan sert bir kelime, bazen hastaya en büyük dertten daha agir gelir. Belki hastalara en latif ibarelerle söz söyler, onlara en güzel şekilde hitap eder, sual ve cevapta en şefkatli yolu tutar. Zira sarf olunan nice sözler vardir ki, onlar hastanin nezdinde cennet kevserinden, zülal ve selsebilden daha tatlidir. Hastalara şefkatlidir. Hastanin tatli söze ihtiyaci daha çoktur. Hastalara şefkat ve riayet kanatlarini indirir, döşer... Onlarin üzerine inayet ve himaye kemerlerini gerer... Bu iki tabipten biri bu yazilan şartlara riayet eder ve bu kaideleri oldugu gibi muhafaza eyler, sene ve aylarin ve günlerin her birinde bu şartlardan bir tanesini bile ihmal ve ihlal etmeden bunlara tamamiyla riayet etmek mecburidir. Her kim ki, bu sayilanlardan birini ihlal eder, üzerine aldigi vazifelerden birini ihmal ederse, vazife mukabili almiş oldugu şey ona haram olur. Ahirette de azab ve gazaba duçar olur..."(21)
Hastahanelerde fazla miktarda hasta yigilmalari görülmedigi gibi, doktor başina düşen hasta sayisi da oldukça azdir. "II. Bayezid'in 23 Mayis 1484'de, tahta geçmesinin 3. yil dönümünde bizzat temellerini attigi muazzam Edirne Sultan Bayezid Külliyesi'nde 167 görevli çalişmakta, hastahane 50 kişilik oldugu halde hekim ve hizmetkar olarak 21 personeli bulunmaktadir ki, bu durum bugünkü modern hastahaneleri bile kiskandiracak durumdur."(22)
Yine batili seyyah Menavinus, Istanbul'da Bayezid Külliyesi'nin, akil hastalarina mahsus bölümünde birbirinden tecrid edilmiş 40 akil hastasina 150 hasta bakicinin hizmet verdigini nakletmektedir.(23)
1539'da Manisa'da Kanünî'nin annesi Valide Hafsa Sultan tarafindan inşa edilen Manisa Darü'ş-Şifasi'nin 20 hastalik kapasitesi bulunmakta, büyük ölçüde ayakta da hasta tedavi edilen bu hastahanede, 5 hekim (bir başhekim, bir operatör, bir akil hastaliklari mütehassisi, 2 göz hekimi), 4 eczaci ve buna göre personel bulunmaktadir.(24)
Islâm tarihinde, ruh hastaliklarinin tedavisine de ilk devirlerden itibaren ihtimam gösterildigi görülmektedir. "Islâm dünyasinda hastahaneler sadece bedenî rahatsizliklarla ilgilenmiyor, ayni zamanda ruhî ve psikolojik hastaliklarla da ilgileniyorlardi.
Yakubî ile Mes'üdî eserlerinde, Bagdat yakinlarinda bulunan bir tekkenin psikiyatrik bir müessese olarak akil hastaliklarinin tedavisine tahsis edildigini belirtirler.
Mes'üdî'nin ifadesine göre; Dayr (Dair) Hizkil Akil hastahanesi, Abbasi halifesi el-Mütevekkil (847-861) döneminde, el-Müberred tarafindan ziyaret edilmiştir.
Demek oluyor ki, adi geçen akil hastahanesi şimdilik belgelerle ispat edilebilen ve sadece delilerin tedavisine tahsis edilmiş en eski psikiyatrik hastahane olmak şerefine daha layiktir. Çünkü bu müessese, batida ancak XV. asirda ve çok zor şartlarda ortaya çikan hastahanelerle mukayese edilmeyecek kadar bir öncelige sahiptir.(25)
Akil hastalarinin tedavisi hususunda Evliya Çelebi bir misal olarak şu bilgileri verir: Yapilişindan bir buçuk asir sonra Edirne'de II. Bayezid tarafindan tesis edilmiş bulunan vakif hastahanenin akil ve ruh hastalarina mahsus bimarhane kismini gezen Evliya Çelebi burada çiçek yetiştirilerek, onlarin güzelligi ve kokusuyla hastalarin tedavi edildiginden, bu maksatla bilhassa lale, sümbül, reyhan, karanfil, nesrin, yasemin, deveboynu çiçeklerinin kullanildigindan, ayrica musiki ile tedavide de bilhassa neva, rast, dügah, segah, çargah, suznak, zengule, buselik makamlarinin çok iyi netice verdiginden ve haftanin iki günü hastahaneye bagli eczaneden her isteyene bedava ilaç dagitildigindan bahsetmektedir.(26)
Ayrica pek çok hastahanenin tabhaneleri vardi, hastahanelerden taburcu edilen zayif hastalar bir müddet buralarda misafir edilir, daha sonra evlerine gönderilirdi.(27)
Saglik hizmetlerinin hemen hemen tamamini yürüten vakiflarin, ayrica gezici saglik ekipleri oluşturduklarini, hastahaneye gidemeyen hastalar için evlere ücretsiz doktor gönderdiklerini de görmekteyiz. Zira Kütahya'da Germiyanoglu Yakup Çelebi'ye ait bir vakfiyede şu şartlar zikredilmektedir: "Ve dahi anda kim ki hasta olan olursa ona hekim götüreler, ilaç ettireler ve hekim hakkin vereler ve anda ölen olursa kefen ala, ahsen kilalar."(28)
Ister zengin, ister fakir olsun, tibbî tedavileri karşiligi hastalardan bir dirhem bile masraf alinmadigi, yatma, iaşe ve ilaçlarin tamamen bedava oldugu, ayrica fakir olan hastalara taburcu edilirken kendilerine bir kat elbise ile bir aylik iaşe masraflarini karşilayabilecek miktarda para verildigi malumumuzdur.(29) Hastahanelerin pek çogu vakiflara bagli olduklari için, daha sonra gelen hükümdarlarca statüleri degiştirilememiş, böylece uzun müddet daha saglik hizmetlerini rahatça yerine getirme imkani bulmuşlardir.(30)
Avrupa'da Durum Nasildi?
Müslüman hastahanelerine benzer şekilde, yalniz hastalarla onlarin bakim ve tedavilerine mahsus müstakil hastahane binalari, batida ancak haçli seferlerini takiben kuruldu.(31) Akil hastalarina Islâmî tarzda itina gösterilmesi istikametinde ilk mütereddit adimi ise, 1751'de Ingiltere atti. XVIII. asrin sonlarinda Fransa'da doktor Pinel, yaptigi mücadeleler sonunda zincirlere bagli delilerin hapishanelerden azad edilip, doktorlarin ellerine tevdi olunmalarini sagladi.(32)
Bilindigi gibi Islâm tibbi, VIII. asirdan XVII. asra kadar Avrupa tibbina hakim olmuştur. Avrupa tibbinin çok geliştigi XVII. asirda bile Türk hastahanelerini Avrupa seyyahlari çok begenmekte ve hayranlikla anlatmaktadirlar. Zira kendi ülkelerindeki hastahaneler henüz o derecede mükemmel degildi. XVII. asirda Osmanli, hala Avrupa'ya ilaç ihraç etmektedir. Ve XVII. asra kadar Avrupa üniversitelerinde Arapça'dan çevrilmiş tip kitaplari okutuluyordu...
1596'da Dresden'de yapilan hastahane için, Bursa'da Yildirim Daru'ş-Şifasi'nin plani esas alinmişti. Türk kaplicalari, mimarisi, musikisi, kiyafetleri, silahlari taklit edilirken ve Türklerden aşi ögrenilirken, hastahaneler de örnek aliniyordu.
Türk hastahanelerini Avrupa'dakilerden ayiran çok mühim bir özellik, Türk hastahanelerinde din farkinin gözetilmemesidir. Hiçbiri dinî müessese degildir. Avrupa'dakiler hepsi dinîdir ve çogunda ayni mezhepten olmayanlarin tedavisi de mümkün degildir...
Diger bir ayrilik, Avrupa hastahanelerinde hekim bulunmamasi idi. Ilk hekim Strasburg hastahanesi'ne 1500 yilinda tayin edilmiştir. Türk hastahanelerinde ise, daima çeşitli branşlarda birkaç hekim bulunuyordu. Leipzig'de ilk hastahane doktoru 1517'de, Paris'te ise 1536'da görülür...
Diger bir fark, Avrupa'da hastahanelerin tibbiyelerle ilgisinin olmamasi, tip okullarinin tatbikat hastahanelerinin bulunmamasi idi. Selçuklular devrinde olsun, Osmanlilar devrinde olsun, hastahanelerin çogu, tip medreselerinin tatbikat hastahaneleri idi. XVI. asirda Verona'da Ibn Sina'nin eserlerini okutan bir profesörün, bir hastahanede ilk defa klinik dersi vermesi, sansasyon olarak telakki edildi. Tip talebesi, hastahanede hasta göremiyordu. Türkiye'de ise tip müderrisi, talebesi ile medreseye bagli hastahanede çalişiyor ve hastalari talebesine gösteriyordu.(33)
Evet, tarihimiz egitimde, saglikta, sanatta, mimaride, edebiyatta ve topyekün sosyal müesseselerde eşsiz hazinelere sahip. Yitirdigimiz bu hazinelerimize tekrar sahip olabilirsek, yeniden bütün gelişmiş ülkelerle tekrar boy ölçüşebilecegiz. Tarih sadece teselli ve ögünmek için degildir.
Sabri ÇAP
Izmir/Karşiyaka Vaizi
1- Buhari, Tib, l.
2- Bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned, 5/84-85; Ibnü'l-Kayyim el-Cevziyye, et- Tibbu'n-Nebevi, s. 30, 31 (Önsöz) Kahire, 1982.
3- Kuzaî, Müsnedüş-Şihab, 2/223, No: 1234, Beyrut, 1986.
4- Arslan Terzioglu, Orta çag Islâm-Türk Hastahaneleri ve Avrupa'ya Tesirleri, Belleten, (1970), XXXIV/128, 133 (Ziya Kazici, Islâmî ve Sosyal Açidan Vakiflar, ist. 1985. s. 135'den naklen).
5- Will Durant, Islâm Medeniyeti, s. 106.
6- A. Süheyl Ünver, Selçuklu Tababeti, s. 47-48 (Osman Çetin, Anadolu'da Islâmiyetin Yayilişi, s. 21 0, Ist.).
7- Bkz. Mehmet Şeker, Islâm'da Sosyal Yardimlaşma Müesseseleri, s. 132, Ank. 1987.
8- Osman Turan, Türkiye Selçuklulari Hakkinda Resmî Vesikalar, s. 52 (I. Erol Kozak, Bir Sosyal Siyaset Müessesesi Olarak Vakif, s. 19'dan naklen).
9- Osman Çetin, Anadolu'da Islâmiyetin Yayilişi, s. 210, 211.
10- I. Hakki Uzunçarşili, Osmanli Tarihi, 1/544, Ank. 1972.
11- Mehmet Şeker, a.g.e. s. 132.
12- Bkz. Mehmet Şeker, a.g.e. s. 132.
13- Yilmaz Öztuna, Büyük Türkiye Tarihi, Xl/193.
14- I. Erol Kozak, a.g.e. s. 23.
15- Yilmaz Öztuna, a.g.e. XI/180.
16- Will Durant, a.g.e. s. 248.
17- Sigrid Hunke, Avrupa'nin Üzerine Dogan Islâm Güneşi, s. 156, Istanbul, 1972.
18- Sigrid Hunke, a.g.e. s. 157.
19- Yusuf eI-Kardavi, Fukaralik ve Islâm, Terc. Avni Ilhan, s. 195-197, izmir, 1976.
20- Sigrid Hunke, a.g.e., s. 154-155.
21- Haseki Sultan Vakfiyesi, Vakiflar Genel Müd. Arşivi, 2142 No'lu Vakfiye Defteri, 16-45 (M. Şeker, a.g.e. s. 133-135'den naklen).
22- Yilmaz Öztuna, a.g.e., XI/191.
23- a.g.e. XI/192.
24- a.g.e. XI/192.
25- Islam Terzioglu, a.g. makale, Belleten, XXXI0/133 (Z. Kazici, a.g.e. s. 136'dan naklen).
26- I. Erol Kozak, a.g.e. s. 24.
27- Bkz. Yilmaz Öztuna, a.g.e. XI/195.
28- Vakiflar Genel Müd. Arşivi, 32/617 Nolu Vakfiye Defteri, s. 160-162 (M. Şeker, a.g.e. s. 132,133'den naklen).
29- Sigrit Hunke, a.g.e. s. 157-158.
30- Bkz. Z. Kazici, Islâm Müesseseleri Tarihi, s. 214.
31- Sigrid Hunke, a.g.e. s. 152.
32- a.g.e. s.179.
33- Yilmaz Öztuna, a.g.e. XI/194.
[ Üyelere Özel ] 16-03-2007 11:20:26
Hocam iyi hoşta Biz böyle güzelliklere sahibizde Uğur Dündarın bir TV programında adı çok geçen bir akıl hastanesinde yer alan su yalağının üzerindeki asılı ipi biz nasıl yaptık. Ve bu olayı açıklamak istemesine izin verilmeyince istifasına neden olmuş bu sanatçımızın.
[ Üyelere Özel ] 22-01-2007 23:42:26
Çok yararlı bir çalışma olmuş. Özellikle geçmiş dönemlerde Türklerin rehabilitasyon konusunda yapmış olduğu çalışmalar konusunda bizleri bilgilendirirseniz sevinirim.
[ Üyelere Özel ] 18-01-2007 00:27:47
konu başlığı güzel olmakla birlikte su sesi dinletmenin, pisikozlulara müzik dinletmenin çok ötesinde bir psiko pedagojik tarihimiz var.Mevlevilerin ritm çalışmaları ,nefes çalışmaları ,ego güçlendirme ve başa çıkma eğitimlerini de anımsatmak gerekli.ne yazık ki osmanlı eğitim bilimi özel eğitimden Psiko pedagojik çalışmalar anlaşıldığında rönesans sonrasında başlayan batı atağıyla 17 yüzyılda batının gerisinde kalmış görünmektedir.Bu arada rousseau felsefesini nasıl yorumladığınızı bir pedagog olarak merak etmemek elde değil. Bizde eğitim bilimin batıya göre çok önceden geliştiğini de söylemek için yazınız iyi bir vesile .