Engelli mi, özürlü mü?
Türkiye'de engelliliği değil, bireyi görebilen bir tanıma gereksinim var. Engellilik olgusunu nesne haline getirmek yerine, engelli bireyi bakış açımızın merkezine koyarak, engellilere yardımcı olmayı denemeliyiz
Türkiye'de "özürlü" insanlardan söz ediliyor. Onda bir "kusur" arandığı veya saptandığı anlamına gelen bu kavram yerine "engelli" olarak tanımlanmaları daha uygun. Ancak bu insanların "özürlü" yerine "engelli" olarak adlandırılmaları sadece bir başlangıç. Sadece terimde yapılacak bir değişiklik yeterli olmayacak. Çok daha önemlisi, bu terimin "içeriğidir". Özürlü teriminin uygunsuzluğu hem içeriğinden hem de ilettiği psikolojik mesajlardan ötürüdür. Engelli terimi, ilk etapta bireyde bir kusur bulunduğu düşüncesini akla getirmez. Çünkü herkes herhangi bir sebepten ötürü engelli olabilir. Yüzme bilmeyen bir adamı denize atınca boğulur. Dolayısıyla bulunduğu ortam bir insanı engelli veya engelsiz yapabiliyor. Bu ortamın adını "fiziksel çevre" olarak değiştirdiğimiz andan itibaren olay genellik ve soyutluk kazanıyor. Artık herkesin bulunduğu fiziksel çevreye göre engelli olabileceğini algılaması daha kolaydır. Çünkü fiziksel çevrenin türü, bir insanın engelli olarak kabul edilip edilemeyeceğini de algılamamızı sağlar. Diyelim ki biri felçli, diğeri dilsiz iki engelli birey var. Dilsiz için sokakta hareket etmek bir "engel" teşkil etmez, ama tekerlekli sandalyedeki felçli için kaldırımlar, merdivenler, yani bütün "engebeler" birer engeldir. Dolayısıyla felçli, fiziksel çevrenin kendi engellilik türü dikkate alınarak tasarlanmadığından bir "engelli" olarak tanımlanabilir. Fakat bu iki engellinin üniversitede aynı bölümde okuduğunu ve sözlü sınava girmeleri gerektiğini farz edelim. Bu durumda felçli hiçbir zorluk çekmeyerek sözlü sınavın tüm koşullarını yerine getirebilir. Buna karşın dilsiz için sözlü sınav bir "engebe", "engel", "bariyer" teşkil ettiğinden, sözlü sınav sırasında bir "engelli" olur. Bu örnekten anlaşıldığı gibi fiziksel ortam değişince engellilik ortadan kalkabiliyor veya insan engelli hale gelebiliyor. Anlaşılan engelli terimi gerçekten engelin "nerede" ve "kimde" bulunduğunu hemen algılama olanağı sunmuyor, daha ziyade bizi engelliliğin ne olduğu üzerine daha fazla düşünmeye sevk ediyor.
İdeale yaklaşma
Burada bir insanın "nasıl" engelli olduğu sorusu ortaya çıkıyor. Engelliliğin "türü" ve "derecesi", bu noktadan itibaren önem kazanıyor. Örneğimiz engelliliğin türüne göre fiziksel çevrenin bir insanı engelli veya engelsiz yapabileceğini gösterdi. Fiziksel çevreden sokak, cadde veya mimari yapıyı kastediyorsak, bedensel engellilerin dikkate alınmaları gerekir. Fakat bedensel engellilerin hepsi, fiziksel çevre tarafından "engellenmiyorlar". Kolunu bir kaza sonucu kaybeden kişi için sokakta hareket etmek büyük bir sorun, bir engel yaratmayacaktır, buna karşın bacağını kaybederse durum değişir. Bu örnek bize şunu gösteriyor: Fiziksel "çevreler" tasarlanırken, engellileri bu ortamlardan dışlayan özellikleri ortadan kaldırmak gerekiyor. Bu özellikler, engelliliğin türü ve derecesine göre büyük veya küçük engeller olabiliyorlar. İdeal olan durum, bütün engellilik türleri ve dereceleri açısından fiziksel çevrelerdeki bütün "engellerin" ortadan kaldırılabilmesidir. Bunun kolay veya mümkün olabileceği iddia edilmiyor. Fakat engelli insanı algılayışımızda yapabileceğimiz değişiklikler sayesinde ideale yaklaşma şansımız artıyor. Verdiğim örnekler bir şeyin belirginleşmesine yardımcı oldu: Engelli denilen insanlar, fiziksel çevrelerde yer alan çeşitli bariyerler tarafından "engellenenlerdir". Bakış açımızda meydana gelen bu değişim sayesinde artık engelliliği değil, bireyi odak noktasına koymuş oluyoruz. Özürlü terimi ise mecburen "özürlülüğü" odak noktasına koymayı gerektiren, yani özürlülük olgusunu nesnelleştiren bir kavram olarak karşımıza çıkıyor. Buna karşın engellilik, hemen olmasa da zamanla bu zorunluluktan kurtulabilmeyi, düşüncelerimizde yumuşama ve esneklik sağlamayı başarabilecek bir terim olarak görünüyor. Şüphesiz engelli terimi de ideal bir tanım şekli değil, ama özürlü teriminden daha iyi ve "probleme" çözümler getirmeyi kolaylaştıran bir kavram.
Türkiye'de engelliliği değil, bireyi görebilen bir tanıma gereksinim var. Engellilik olgusunu nesne haline getirmek yerine, engelli bireyi bakış açımızın merkezine koyarak, engellilere yardımcı olmayı denemeliyiz. Engellilik, geniş kapsamlı olarak değil, daha ziyade bölümsel olarak tematize ve idare ediliyor (kör, topal, zihinsel engelli vs.).
Yalnız bırakılıyorlar
Sosyal normların bu bağlamda büyük bir etken olduğu kesin. Bütün normlar engellilik "problemini" sevk ve idare etmeye çalışıyorlar. Sağlıksal kısıtlılıklar, girişim ve bilgi kısıtlılıkları ya da normlardan sapan hareketler, normatif çerçeve içerisinde ele alınmıyor, dolayısıyla toplumda ve yasalar önünde "engellilik" olarak kabul edilmiyor.
Engellilik, eskiden olduğu gibi bugün de kısmen "özel problem" olarak görülüyor. Bu yüzden engellilerin birçoğu problemiyle yalnız bırakılıyorlar. Engellilere yönelik toplumsal görevlerin bölgesel farklılıklar göstermesinin sebebi, onlara yardım etme sorumlulukları arasındaki farklılıklardan kaynaklanıyor.
Diğer taraftan onlara yardımcı olunmaya çalışılırken, sakatlar, demans hastaları veya zihinsel engellilerin hepsi aynı veya eşit olarak algılanıyor. Ayrıca hastalıklar, uzun süre engellilik olarak görülmedi. Bu yüzden toplum ve devlet "hastalara" yardım ve bakım hizmetleri sunmayı uzun süre düşünmedi. Devlet ve modern hizmet toplumu tarafından önemli görülen (iş, eğitim, bakım) alanlar için yasalardan, görevlerden ve haklardan meydana gelen bir sistem oluşturuldu. Engelliliğin derecesi, ailenin üstesinden gelemeyeceği kadar yüksek görünüyorsa, engelli insana tıpkı demanslı (bunama) insana davranıldığı gibi davranılmaya başlandı (sosyal yetilerini yitirmiş varlık = özürlü). Eskiden ikisi de "yatalak" olarak çevre halkı tarafından bakıldılar. Daha sonraki dönemlerde "yoksullar evinde" yaşından bağımsız olarak engellilere bakılmaya başlandı. Bunun arkasında engellileri toplumdan, engelsizlerin "gözünden uzaklaştırmak" düşüncesi yatıyor.
Her ne kadar hastalara engelli olarak bakılmadıysa da, buna karşın engellilik her zaman bir hastalık olarak da kabul edildi ve tanımlandı. Bu yüzden daima problem "sosyal sigortalara" devredildi. Bu uluslararası bir fenomendir.
Günümüzde çeşitli engellilik tanımlarından hareket ediliyor. Bunlar arasındaki en önemli fark, yasalar tarafından engelliliğin mi, yoksa bireyin mi odak noktasına konulduğudur. Örneğin ABD'de "bireyle bağlantılı" olarak tanımlanıyor. Fiziksel ya da zihinsel yönden kısıtlı olan ve bu yüzden yaşamın en önemli girişimlerini (örn. yürümek, konuşmak, solunum veya çalışmak) yerine getirmesi kısıtlanan, bu kısıtlılıklarının bir hikâyesi mevcut olan veya böyle bir kısıtlılığı bulunduğu farz edilen her birey engellidir.
Buna karşın Türkiye'de "özürlülük" parametre olarak alınıyor, böylece birey arka plana geçiyor, "özrü" öne çıkarılarak nesnelleştiriliyor. Bu durumda sağırlar, dilsizler, körler, felçliler veya zihinsel özürlüler için "aynı kuralların" geçerli olduğu kabul ediliyor. Özrün türü ve kapsamının, engellinin yaşamında ne ölçüde önemli bir engel teşkil ettiği dikkate alınmadan, aynı terazide tartılıyor.
Kim engelliyi merkeze koyar ve kurallarını buna göre ayarlarsa, o, bireye yönelik olur, özneyi görebilir. Böylece yaşama ve insana daha yakın kurallar oluşturabilir.
İSMAİL TUFAN: Doç. Dr., Akdeniz Üni.
[ Üyelere Özel ] 09-01-2008 22:47:05
ENGELLİ Mİ ÖZÜRLÜ MÜ?
Yazarlık yaptığım sitelerden birinin forum bölümünde bir gün bir konu açtım? Konu başlığım ‘ ENGEL ile ÖZÜR ARASINDAKİ FARKLAR NELERDİR? ‘ Orada insanlar bana çok büyük tepki verdiler. Siz bizim yaramızı eşeliyorsunuz; Özür ‘ özür dilemek ‘ anlamına gelir; Engel ile özür arasında hiçbir fark yoktur; Özürlü kelimesi çok ağır bir kavramdır, oysa engelli kelimesi daha hafif bir kavramdır; Özürlü kelimesi kulağa çok itici gelirken engelli kelimesi kulağa daha hoş geliyor; Amannn canım: bize hizmet edilsin de hitap ederken ne derlerse desinler… gibi çeşitle cevaplar aldım..
Yine bir gün veli görüşmesinde bir veli kızına engelli değil de özürlü dediğim için bana bir sürü serzenişte bulundu. Ona özürlü kavramının engelliden daha hafif bir kavram olduğunu anlatıncaya kadar yaklaşık 1 saat zaman harcadım. Çünkü yılardan beri kafasına yerleştirmiş olduğu yanlış bir tanımlamayı silip yerine doğru tanımlamayı yerleştirmek zorunda kaldım. Bunlar ve bunlara benzer karşılaşmış olduğum birçok durumdan dolayı böyle bir konu hakkında yazmak istedim.
İnsanlar çok eski çağlardan beri çevrelerinde bulunan normalden sapmış bireylere farklı etiketlemeler yapmışlar ve sakat, kör, çolak, topal, sağır, geri zekalı gibi adlandırmalarda bulunmuşlardır.. İnsan haklarına verilen önemin artmasıyla birlikte toplumlar normalden sapmış bireylerin hak ettikleri yerde olmadıklarını fark etmişler ve zaman içersinde daha güzel adlandırmalar bulmuşlardır. Sakat, kör, çolak, topal, sağır, geri zekalı gibi yapılan adlandırmalar kişiyi suçlayan adlandırmalardır. Bir kişi bedensel bir problem yaşıyorsa bu kişiye sakat demek sanki kişi isteyerek bu duruma gelmiş anlamı katar. Oysa bedensel bir problemle yaşamayı hiç kimse istemez.
Aradan geçen yıllarda topal yerine bedensel engelli, kör yerine ama, geri zekalı yerine zihinsel engelli gibi tanımlamalar yapılmıştır. Lakin bu da kişilerin normalden sapmalarına göre yapılmış bir etiketleme olduğundan sadece güzel adlandırma olmaktan öteye geçememiştir. Şayet ben bu gibi etiketlemelerin yerine normalden sapma göstermiş birey tanımlamasını daha uygun buluyorum ve bu yazımda da bu terimi kullanacağım.
Normalden sapma göstermiş bireylere geçmişten beri verilen isimlere biraz değindikten sonra gelelim asıl konumuza : ÖZÜR ve ENGEL NEDİR? Özür : Doğuştan veya sonradan herhangi bir nedenle bedensel, zihinsel, ruhsal, duyusal ve sosyal yeteneklerini çeşitli derecelerde kaybetmesi nedeniyle toplumsal yaşama uyum sağlama ve günlük gereksinimlerini karşılamada güçlükleri olan ve korunma, bakım, rehabilitasyon, danışmanlık ve destek hizmetlerine ihtiyaç duyan kişidir.
Görme, konuşma, işitme, ortopedik özürlüler, sürekli hastalığı olanlar, zihinsel özürlüler, sürekli klinik bakıma ihtiyaç duyanlar, duygusal, sosyal ve ruhsal sorunu olanlar, yasalara göre özürlü olarak kabul edilmektedir.
Bu tanımdan yola çıkarsak; özrün doğuştan veya sonradan meydana gelebildiğini, özürlü kişinin çeşitli derecelerde zihinsel, bedensel, ruhsal, duygusal ve sosyal alanda uyum sağlamada ve günlük gereksinimlerini karşılamada güçlük yaşadığını görürüz. Özür çeşitli derecelerde olabileceği için kişinin rehabilitasyon, korunma, danışmanlık ve destek hizmetlerine gerek duyabileceği belirtilmektedir.
Peki engel nedir? Engel; özrün kişideki seyir oranının yüksekliğinden ve kişinin çevresindeki kişiye göre yapılması gereken düzenlemelerin yetersizliğinden dolayı kişinin normal insanların yapabildiği bir şeyden kısmi ya da tamamen mahrum olma durumunda kalmasıdır.
Bu tanımı parça parça incelersek karşımıza şunlar çıkar: Engelli olabilmek için öncelikle özürlü olmak gerekmektedir. Sonra özür oranın yüksek olması gerekmektedir. Buna şöyle bir örnek verebiliriz : ‘Nuray Hanım 24 yaşında işitme engelli bir genç kızdır. Nuray Hanım’ da 38 dB işitme kaybı vardır. Nuray Hanım işitme kaybının azlığından dolayı dili çok iyi bir şekilde öğrenmiştir. Üniversiteyi bitirdikten sonra bir konfeksiyon atölyesinde modelist olarak çalışmaya başlamıştır. Nuray Hanım konfeksiyon atölyesinin gürültüsünden dolayı işyerindeyken arkadaşlarını duymakta güçlük çekmektedir. Ama mesai bitip atölyeden çıktıktan sonra arkadaşlarıyla hiç sorun yaşamadan iletişim kurabilmektedir.’
Bu öyküden yola çıkarak engel ve özür arasındaki farkı daha somut bir şekilde görebiliriz. Nuray Hanım atölyedeyken arkadaşlarıyla iletişim kuramamaktadır. Çünkü makinaların oluşturmuş olduğu arka plan gürültüsü arkadaşlarının konuşmalarının Nuray Hanım tarafından duyulmasını engellemektedir. Oysa aynı Nuray Hanım iş çıkışı makinaların arka planda oluşturmuş olduğu bir gürültü olmadığından arkadaşlarını daha net duyabilmektedir. Dolayısıyla onlarla çok güzel bir şekilde iletişim kurabilmektedir. Buradan şuna ulaşırız : Nuray Hanım atölyedeyken makinaların oluşturmuş olduğu arka plan gürültüsünden dolayı arkadaşlarını duyamıyor. Nuray Hanım’ın arkadaşlarını duymasını engelleyen 2 neden var. 1. si arka plan gürültüsü, 2.si ise Nuray Hanım’ın sahip olduğu işitme kaybı. Buradan şu sonucu çıkarabiliriz : Nuray Hanım atölyedeyken engelli bir bireydir ama dışardayken engelli bir birey değildir. Lakin dışarda olduğunda da Nuray Hanım kulakları normal işiten bir birey kadar iyi duyamadığından Nuray Hanım özürlü bir bireydir.
Engel ile özür arasındaki farkın daha iyi anlaşılmasını sağlamak için bu örnekleri çoğaltabiliriz : ‘ Ahmet Bey yaz tatilini geçirmek için gittiği bir şehirdeki mağazadan kendine yeni bir ceket alıyor. Tatil bitip eve döndüğünde ceketinin iç astarının bir kısmının dikilmemiş olduğunu fark ediyor. Ceketi aldığı mağaza başka bir şehirde olduğu için de gidip astarı sökük olmayan başka bir ceketle değiştiremiyor. Ceketi astarı sökük bir şekilde giymeye başlıyor.’
Burada en başta şunu belirtebiliriz : Ahmet Bey’in ceketi özürlüdür, ancak ceketteki özür başka insanların görebileceği bir yerde olmayıp ceketin iç tarafında olduğundan Ahmet Bey’in ceketi giymesini engellememiştir. Dolayısıyla ceket özürlüdür ama giymeye engel değildir.
Değerli okuyucularım :Engel özrün ilerlemiş halidir. Her engelli özürlüdür; ama her özürlü engelli olmayabilir. Aynı kişi bir ortamda ( Nuray Hanım’ın atölyede engelli olduğu gibi ) engelliyken başka bir ortamda ( Nuray Hanım’ın atölye dışındaki durumu ) engelli olmayabilir.
Özellikle özel eğitimin içinden gelmeyen ya da özel eğitimin içinde olup özel eğitimle pek alakası olmayan insanların çoğunlukla karıştırmış olduğu özür ile engel arasındaki konuya burada değinmeye çalıştım. Haftaya farklı bir konuda buluşmak dileğiyle.
Sevgiyle kalın…
Kürşat ARIKMERT
ÖZEL EĞİTİM ÖĞRETMENİ
karikmert@hotmail.com
not : sayın hocam ; özel eğitim dediğimizde prof dr. umran tüfekçioğlu ve prof dr. süleyman eripek isimlerini duymayanımız yoktur.engel ve özür arasındaki farkı bize böyle öğrettiler. ayrıca umran hanımın bir kitabınfa özür ve engelin tanımlarına ayrı ayrı benim bahsettiğim gibi değindiği udum. sevgiyle kalın...
[ Üyelere Özel ] 08-01-2008 22:43:18
birçoklarının hayatında engellilik durumu görünmüyor. çünkü yaşama enerjisini allah herkesin içine depolamış. ama birileri bu deponun kapağını özellikle kapatmaya çalışıyor. halbuki özel gereksinimli bireylerimiz sadece gereksinim duydukları nedenden dolayı ve biz onlara yeterince yardımcı olmadığımızdan dolayı engelleniyor ve engelli konumuna düşüyorlar. buradaki engelli tabiri ise bana göre şu anlama geliyor: toplum tarafından yaşama standartları elinden alınmış ve engellenmiş kişi. o edenle özürlü olmasının bir önemi yok benim için. selamlar.
[ Üyelere Özel ] 08-01-2008 17:33:13
Allahın hikmet,ne binaen ya kişi doğarken ve sonradan bir kaza neticesi vücudunun bir kısmını kaybedebilir.Önemli olan onun eksiğini görmeden,görmek değimi?.Onu aramızda görüp,insan yerine koymak değilmi?,olduğu gii kabul etmek değilmi?,sosyal imkanlarını sağlamak en uygun olanı değilmi?.Diyelimki acıdınız.acınmak,o özürlünün yarasına çaremidir?.Öyle ise acımıyorum.Ama sahiplenmek en güzelidir.toplumsal duyarlılığa güzel bir örnek yazı.Bence asıl özürlüler, beynimizin düşünsel yeteneğini çalıştırmayan insanlar.