Sakatlıkla Barışık Olunmaz

Geçirdiği kazadan sonra hayatının 'Mona Lisa tablosu gibi ağlamaklı bir gülümseyiş'e dönüştüğünü söyleyen Süleyman Akbulut, 'Sandalye' isimli kitabında, toplumun yok saydığı engellilerin iç dünyasını anlatıyor.
21 yaşında geçirdiği bir trafik kazasından ardından belinin alt kısmını kullanamayan Süleyman Akbulut sakatlığına rağmen “ben varım” diyenlerden. Akbulut, yarı gerçek, yarı hayal, bazen de hayalle gerçeğin karıştığı ironik ve dramatik bir öykü şeklinde nitelendirdiği yaşamını ilmik ilmik işliyor 'Sandalye' kitabında. Kendi hikâyesinden yola çıkarak yazdığı kitapta omurilik felçlilerinin yaşadığı kalp kırıklıklarını da anlatıyor. Yoğun ilgi ile karşılanan kitap, kendi türü içinde hak ettiği yeri alacağa benziyor.
Sandalye'yi yazarak en temelde neyi amaçladınız?
Kazadan sonra altı yıl evde kapalı kaldım. Bu sürecin ardından hayatın içine girince çok ilginç, traji-komik olaylar yaşadım. Aslında amacım engelli insanların yaşadığı bu zorlukları anlatmaktı. Kitabı yazmaya başladığımda “Kırmızıya uyanmak” cümlesi aklıma takıldı. Bu cümlenin ardından içimde sakladığım acıların ve kalp kırıklıklarının sayfalara döküldüğünü fark ettim. Bu kitapta işte o hayal kırıklıklarını anlatıyor.
'Kırmızıya uyanmak' dediniz az önce. Oysa kitabın alt başlığı “Ben Büyünce... Mavi Olacaktım”...
Mavi çoşkunun ve hoş bir tebessümün rengi. Benim hayatım hoş bir tebessüm olacaktı, bir kaza oldu mavi olamadım. Herşey kırmızı oldu anlayacağınız. Şimdi yaşantım Mona Lisa gibi ağlamaklı bir gülümseyişe dönüştü.
Yaşadıklarınızı tüm gerçekliğiyle anlatmak zor bir deneyim olmalı sizin için...
Benim gibi omirilik felçlileri hayatın iki tarafını da görebiliyor. Sağlıklı insanların yaşadığı taraf ve sakat insanların yaşadığı taraf. Çizginin bu tarafına geçtiğiniz an dehşete kapılıyorsunuz. Toplumda yok sayıldığınızın acı bir şekilde farkına varıyorsunuz. Bir de iç dünyanızda yaşadığınız buhranlar var. Kazanın ilk iki yılını geçirdiğim travmalar yüzünde zihnimden silmiştim. Kitabı yazmaya başlayınca herşey zihnimde yeniden canlandı. Dayanılmaz acıları yeniden yaşamak çok yıkıcı bir deneyim oldu. Ama kötü bir deneyim diyemem. Sakatlığıyla barışık insan yoktur, olamaz. Sakatlığınızı her zaman yadırgarsınız ve hiçbir zaman kabullenmezsiniz. Ancak sakatlığınızı öğrenir ve onunla beraber ona rağmen mutlu olmayı öğrenirsiniz. Ben yazdıkça sakatlığımla yüzleştim ve ne kadar büyük bir iş başardığımı anladım.
Özürlü kitabı değil edebi eser
Sizinle aynı kaderi paylaşan insanlar gündelik hayatta sıkça engellerle karşılaşıyor. Siz kitabı çıkarmak istediğinizde bir engelle karşılaştınız mı?
Bu konuda çok şanslıyım diyebilirim. Bir arkadaşım, kitabımı Selim İleri'ye götürdü ve o kitabın bir sakatın anılarından öte olduğunı anladı. Çünkü bu kitap bir anı kitabı değil. Gerçek bir anlatı. Kurgusuyla, diliyle, anlatımıyla, üslubuyla, edebi bir çalışma. Kitabın adının Sandalye olmasına da Selim İleri karar verdi. Bu anlamda onun desteğinin altını özellikle çizmek istiyorum.
İnsanların zihnindeki engel aşılabilecek mi peki? Okur bu kitabı sizden bağımsız olarak algılayabilecek mi?
Bu kitap 'öteki' haline getirilen, yok sayılan insanları anlatıyor. Sağlam insanların algısında ben başka biriyim. Ötekiyim, diğeriyim, bir başkasıyım. Önemli olan bu algı sorununu gidermek. Ben hiç kimsenin kitabımı bir sakat kitap yazmış almalıyım diyerek yaklaşmasını istemiyorum. Kitabı edebi bir eser olarak algılayıp almalarını isterim. Böyle davranmazlarsa beni ötekileştirmiş olurlar. Engelli bir insan toplumun saygın bir bireyi olarak eserler ürtmeli ve değer görmeli. İnsanlar bu kitap sayesinde omirilik felçlileri tanıyabilirler. Onların ne hissettiklerini tüm çıplaklığıyla anlayabilirler.
Kaynak: http://www.yenisafak.com.tr/kultursanat/?t=28.01.2008&c=14&i=96016
Yorumlar (0)
Yorum yapanları görebilmek ve yorum yapabilmek için üye girişi yapmanız gerekmektedir.